4 Şubat 2019 Pazartesi

Prof. Dr. Anıl Çeçen, ‘Venezuella’da neler oluyor’u değerlendirdi: “TANRIYA ÇOK UZAK AMA ABD’YE ÇOK YAKIN” (NT GAZETE’den,Gazeteci-Yazar: Nuray BAŞARAN ile Röportaj, Ankara: 04 Şubat.2019-Pazartesi)

TANRIYA ÇOK UZAK AMA ABD’YE ÇOK YAKIN!..

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 4 Şubat 2019


S-1-ABD’nin Venezuella’ya karşı başlattığı düşmanca müdahaleyi nasıl yorumluyorsunuz ?Neden böyle bir saldırıya kalkışmakta ?

C-1 - Söyleşimizin başlığı , Latin Amerika’nın dünya coğrafyasındaki yerini belirlemek ve bu doğrultuda geleceğini açıklamak üzere söylenmiş olan bir sözdür . Sadece Venezuella’nın değil ama bütün güney Amerika’nın kaderi için ifade edilen bir açıklama olarak, söyleşimizin başlığı bugünkü siyasal gelişmeleri de açıkladığı gibi aynı zamanda güney yarıküresinde yer alan Latin ülkelerinin de kaderleri hakkında genel bir açıklama getirmektedir . Coğrafyanın bir ülkenin geleceğini belirlemesi gibi aynı zamanda jeopolitik biliminin sonucu olarak, devletlerin dünya haritasındaki konumları da ülkelerin kaderleri hakkında da belirleyici olmaktadır .Venezuella isimli Latin Amerika ülkesinin bugün başına gelenleri de böylesine bir yaklaşım çerçevesinde açıklamak mümkündür .ABD , güney Amerika kıtasının tepesinde yer alan bir kuzey ülkesi ve emperyalist bir devlet olarak kaldıkça , Latinlerin geleceklerinin bağımsız ve özgürlükçü bir çizgide gelişmesi pek de mümkün görünmemektedir . ABD ortak bir kıta üzerinde yer alan güney Amerika ülkelerinin hepsine, istediği anda operasyon yaparak buradaki devletlerin geleceği ile oynayabilmektedir.

ABD devlet olarak teşkilatlanmasını tamamladıktan sonra cumhurbaşkanı James Monreo döneminde “Amerika Amerikalılarındır “ ilkesi ile hareket ederek , Amerikan kıtasındaki yabancı emperyalistler olan İngiltere,Fransa, İspanya ve Hollanda gibi Avrupa devletlerini dolaylı yollardan kovarak , onların yerini almış ve yeni bir emperyalist güç olarak eski Avrupa sömürgelerini ABD sömürgelerine dönüştürmeye çaba göstermiştir . Aslında her sömürgeci gücün önce kendi etrafını kontrol etmeye yöneldiği gibi , ABD de yeni emperyal güç olarak üzerinde yer aldığı Amerikan kıtasını kendi denetimi altına alabilmenin yollarını aramıştır . Önce Amerikan Devletler Topluluğu gibi bir örgütlenme ile eski Avrupa sömürgelerini kendine bağlamaya çalışmış ama bu yumuşak girişiminden istediği sonucu elde edemeyince , çeşitli olayları ya da siyasal gelişmeleri gerekçe göstererek güney Amerika ülkelerinin hepsine müdahale edebilmenin arayışı içinde olmuştur . Bugünkü dünyada ABD’nin süper emperyal güç olarak etkin olmasının ilk adımı , ABD’nin kendi kıtasındaki bütün ülkeler üzerinde hegemonya kurmasıdır . Kendisi de eski bir İngiliz sömürgesi olan ABD , Avrupa köklerinden gelen hegemonik siyasal birikim ile hem yeni bir emperyalist güç olarak örgütlenmiş hem de Amerikan kıtasındaki ülkeleri mutlak kontrolü altına alarak ve kıtasal bir güç görünümünde dünya sahnesine çıkarak diğer kıtalar üzerinde de kıtasal yapılanmadan gelen gücünü emperyalist bir doğrultuda kullanmıştır . Avrupa kıtasında birkaç tane emperyal güç birlikte var olurken , ABD kendi kıtasında tek emperyal devlet olarak öne çıkmış ve bu doğrultuda Amerikan kıtasındaki tüm devletler,emperyal ABD’nin her türlü kirli oyununa sahne olan arka ve ön bahçe ülkeleri konumuna zorla sürüklenmişlerdir . Venezuella’nın da diğer Latin ülkeleri gibi arka bahçe konumuna sahip olması dolayısıyla başına gelen emperyalmüdahaleleleri, ABD son çıkışı ile devam ettirmektedir.

S-2- Bir ülkenin yönetimine 21 yüzyılda hangi amaçla müdahale edilebiliyor ?

C-2- Emperyalizm bir siyasal olgu olarak var oldukça , dünyanın bütün ülkeleri emperyal güçlerin her türlü dış müdahalelerine açık bir konumda varlıklarını sürdürebilmektedirler . Her emperyal güç önce kendi etrafındaki bölgeleri kontrolü altına almaya çalışmakta, daha sonra da diğer emperyal devletler ile rekabete kalkışarak dünya kıtaları üzerindeki hegemonya alanlarını genişletebilmenin yollarını aramaktadır . Bu doğrultuda , ABD önce kendi kıtasında etkinliğini artırırken , evrensel alanda geçerli olan hegemonya mücadelesi sürecinde diğer kıtalar üzerindede hegemonya genişletmesi çabası içine girmektedir . Bu nedenle bugünkü durumda bütün dünya devletleri emperyalizmin oyun alanları olarak Venezuella ile aynı kaderi paylaşmaktadırlar .Venezuella’nın halkın oyları ile seçilmiş meşru yönetiminin hedefe alınması gibi ,Türkiye’nin de içinde bulunduğu bütün dünya devletleri yarın aynı duruma düşürülebilirler . Dün Irak,Suriye ve Libya’ya askeri saldırılar yapıldığı gibi bugün de benzeri bir saldırının ön koşulları Venezuella ‘ya yapılan müdahale ile hazırlanmaktadır . Okyanus ötesi güç kendi kıtasından aldığı destek ile diğer kıtalar üzerinde hegemonya saldırılarına kalkışarak bütün dünyayı Sam amcanın çiftliğine çevirebilmenin arayışı içindedir .

Yirmi birinci yüzyıla girerken , batının karşı kutbu olan Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine , ABD’nin süper güç konumuna gelmesi ile geliştirilen küreselleşme akımı aracılığı ile tek kutuplu bir dünya yaratılarak , ABD’nin Amerikan kıtasının ötesinde bütün dünya kıtaları üzerinde mutlak egemenliği hedeflenmiş ama Amerikan devleti içinde ortaya çıkan Hırıstıyan-Yahudi kavgasıileCİA-Pentagon çekişmesi yolu ile devlet içinde karışıklık ortaya çıkması yüzünden , ABD giderek içine dönmek zorunda kaldığı için, dış dünyadaki egemenliğini tam olarak geliştirememiş ve bu durumda da tek kutuplu dünya yerine çok kutuplu bir yeni düzen devreye girmiştir . Bu aşamada Rusya, Çin ile bir araya gelerek aralarına Hindistan ile birlikte Brezilya’yı da içine alan bir batı karşıtı yeni küresel blok girişimi olarak BRİC ittifakını örgütlemiştir .Rusya,Çin ve Hindistan gibi Avrupa kıtasından daha büyük devletlerin birlik olmaları batı emperyalizminin önünü kesmiş, Brezilya gibi bir güney devletinin ABD’nin kontrolü dışına çıkarak Latin Amerika kıtasının temsilcisi olarak dünya sahnesine çıkmasıyla birlikte , ABD’nin güney Amerika üzerindeki ağırlığını ciddi olarak sarsmıştır . Brezilya’nın Amerikan devletleri örgütünün dışına çıkarak yeni bir büyük devlet olarak doğulu süper güçler ile alternatif birlik arayışı içine girmesi , ABD’nin süper güç konumunu sarsıntıya uğratarak yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur . Brezilya’nın önünü kesemeyen ABD İngiliz sömürgesi Güney Afrika Cumhuriyetini görünüşte Afrika kıtasının temsilcisi olarak ama aslında batı blokunun casusu olarak BRİC ittifakının içine girmesini sağlamıştır .Güney Afrika aracılığı ile BRİC ittifakını dışarıdan yönlendirmeye kalkışan ABD , batı blokuna karşı ortaya çıkan küresel BRİC ittifakını devre dışı bırakabilmenin arayışı içine girmiştir .

ABD’nin bugün Venezuella’ya yaptığı dış müdahalenin asıl hedefi güney kıtasının patronu konumundaki Brezilya devletidir . Bugün Venezuella’da sendikacı kökenli başkan Maduroöncesinde , Brezilya’nın iki sendikacı cumhurbaşkanını başkan Lula ve yardımcısı olarak sonradan başkanlığa gelen kadın başkanı çamur atma operasyonları ile devre dışı bırakarak ,ABD askeri konumundaki yeni yöneticileri Brezilya devletinin başına getirmiştir . ABD’nin küreselleşme sürecinde dışa dönük emperyal güç olması gelişirken , Brezilya’nın başına emekçi kitlelerin temsilcisi olarak iki sendikacının gelmesi , bu ülkenin dışa bağımlı işbirlikçi burjuva sınıfını ABD ile ortak eyleme sürüklemiş ve bu ülkede iktidar sendikacı emek kesimi yöneticilerinin elinden alınarak ABD emperyalizminin emir eri konumundaki politikacılara teslim edilmiştir . Brezilya’yı bir Trump taklitçisi başkana teslim eden ABD ,bu durumun getirdiği rahatlık içinde Venezuella’ya müdahale etmeye başlamıştır.

S-3-Batı emperyalizmi, emperyal müdahalelerini nasıl demokrasi gibi göstermektedir ?

C-3- Batı dünyasının medeni ve emperyal olarak iki yüzü vardır .Batı uygarlık hikayeleri ile dünya halklarını uyuturken ,dışarıdan her türlü emperyal müdahaleyi örgütleyerek hem dünyayı karıştırmakta ,hem de bu karışıklık içinde kendi çıkarları doğrultusunda siyasal gelişmeleri yönlendirmeye çalışmaktadırlar . Devletlerin önünü keserek kendi ülkelerini adam gibi yönetmelerine izin vermemektedirler .Uluslararası örgütler üzerinden yardım ediyorlarmış gibi görünürken ,aslında kendi emperyal çıkarları doğrultusunda her türlü dış müdahaleyi gerçekleştirebilmektedirler . Dünya devletlerinin yöneticileri bu gibi durumlara karşı çıktıkları zaman onların yerine hemen kendi adamlarını getirerek etkinliklerini artırarak sürdürebilmektedirler . Çağdaş uygarlığın temsilcisi gibi kendisini gösteren batılılar ,sahip oldukları sömürgeci konumlarını koruyabilme doğrultusunda her türlü emperyal senaryoları , satın aldıkları işbirlikçi kadroları ve istihbarat örgütleri aracılığı ile tezgahlayarak dünya uluslarının kaderleri ile oynayabilmektedirler .

Batı karşıtı sosyalist blokun dağılmasından sonra kendi uygar görünüşlerini demokrasi kavramı doğrultusunda açıklayan Avrupa ve Amerika emperyalistleri , demokrasi kavramını yücelterek insanlık dışı emperyal saldırganlıklarını gizleyebilmenin çabası içine girmişlerdir . Gerçek anlamda bir halk yönetimi olması gereken demokrasiyi sermaye egemenliğine dönüştürerek , yeni aşamada demokrasileri kapitokrasi adı altında sermaye egemenliği düzenlerine dönüştürmüşlerdir .Uluslararası alanda tekelci konuma gelen büyük şirketler kendi devletlerini ele geçirdikten sonra diğer dünya devletlerini de kendilerine mutlak anlamda bağlı işbirlikçi burjuva sınıfı temsilcileri ile yeni sömürge düzenine mahkum etmektedirler .Normal koşullarda devletlerin vatandaşı konumundaki halk kitlelerinin kendi ülkelerinin geleceğine egemen olması gerekirken , işbirlikçi burjuvalar aracılığı ile küresel şirketlerin evrensel düzenleri bütün dünya ülkelerinde kurulmaya çalışılmakta ve geçmişten gelen emperyalizm küreselleşme görünümünde süper bir emperyal düzen olarak öne çıkarılmak istenmektedir . Bugünün koşullarında iflas etmiş bir batı bloku artık dünya kıtalarına demokrasi rüzgarlarını götürememekte ama Irak’ta olduğu gibi demokrasiyi taşıma görünümü altında yeni emperyaldüzenlerin temelleri atılmaktadır .

Batının sermaye düzeni giderek bir finans kapital düzenine dönüştükçe , kapitalist düzende para miktarı artmakta ve zenginlik giderek bir avuç azınlığın elinde toplanmaktadır . Beşte bir toplumu yaratmak üzere yola çıkan çağdaş kapitalistler , finans kapital düzeninde süper zenginler konumuna gelirken yüzde bir toplumu yaratarak insanlığın büyük çoğunluğunu işsizlik ve açlık düzenine mahkum etmişlerdir . Dünya halklarını böylece karşılarına alan süper zenginler , var olan demokrasi düzenlerini sermaye egemenliği anlamında kapitokrasiye dönüştürerek , yönetimleri ve medya organlarını satın alarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Yeni çağda emperyalizm finans kapital merkezli olarak örgütlenirken , son derece hızlı gelişen teknolojinin verilerini de kullanarak yoksul halk kitlelerine karşı kendi egemenlik düzenlerini koruyabilmenin çabası içine girmişlerdir .Demokrasi kavramı üzerinden , insan hakları konusunda hassas olduğunu ileri süren batının emperyalistleri , dünya ülkelerinin yer altı zenginliklerine el koyarken ,her türlü saldırı ve işgal girişimini normal görmekte ve insanlık dışı emperyal müdahaleler ile kendi çıkar düzenlerini geleceğe dönük bir biçimde sürdürebilmenin girişimlerini birbiri ardı sıra gündeme getirebilmektedirler . Böylesine bir istismar düzenine karşı çıkan doğunun temsilcileri olarak Rusya,Çin ve Hindistan yanlarına güneyin temsilcisi olarak Brezilya’yı da alarak batı emperyalizmini dengeleyebilmenin arayışı içine BRİC yapılanması ile girmişlerdir . ABD’nin son Venezuella atağı bu kutuplaşmaya batı blokunun tepki göstermesi olarak değerlendirilebilir .

S-4- ABD neden Venezuella’ya karşı çıkıyor ve bu ülkenin iç işlerine müdahale ederek gelecekte dünyayı bir kaos ortamına sürükleyebilecek bir emperyal müdahaleyi zorluyor ? Bu ülkeye karşı geliştirilen düşmanlığın arkasında ne gibi nedenler bulunmaktadır . ?

C-4-Küreselleşme döneminde çeyrek yüzyıl geride kalırken , ABD bir türlü küresel emperyalizmin istediği gibi tek merkezli bir emperyal düzenin merkezi ülkesi konumuna gelememiştir . Sosyalizm bir sistem olarak devre dışı kalınca , bütün devletler yeni dönemde kendi çıkarları doğrultusunda yeni arayışlara girişmişlerdir . Venezuella’damütavazi bir dünya ülkesi olarak kendi ulusal çıkarlarına öncelik veren bir arayışa girmiştir . Yeni aşamada Putin Rusya devlet başkanı olarak Brezilya ‘ya zaman zaman gelirken , dünyanın bir numaralı petrol zengini olarak Venezuella ile de yakından ilgilenmiştir . Rusya desteği ile Brezilya’da sendikacılar devlet başkanlığına gelirken , Venezuella’da ordu devreye girerek kendi temsilcisi olan Albay Hugo Chavez’i devlet başkanlığı görevine getirmiştir . Batının emperyal devletleri ABD öncülüğünde dünya ülkelerinin doğal zenginliklerine el koyarlarken , Venezuella petrolünü Amerikan petrol tekellerine karşı koruyacak halkçı bir yönetim Chavez’in öncülüğünde gelişmiştir . Chavez göreve gelir gelmez Brezilya’daki Lula rejimi ile yakın işbirliğine girmiş ve iki büyük Latin ülkesi ABD emperyalizminin güney Amerika bölgesini kendi pazarları konumuna düşürmesini önleme doğrultusunda ,Alba ya da Mercosur gibi bölgesel ittifaklara yönelmişlerdir. Ayrıca iki güney ülkesi bir araya gelerek ABD-İngiltere ortaklığındaki Kuzey Atlantik ittifakına karşı SATO adı altında güneyin askeri ittifakını oluşturmaya çalışmışlardır . Ayrıca Brezilya ve Venezuella ikilisi sömürge düzeninin bekçileri olan İMF ile Dünya Bankası’na karşı Güney’in Bankası’nı tıpkı Çin’in örgütlediği Asya Bankası gibi kurmuşlardır .İki ülkede işbaşına geçen sendikacıların ve askerlerin öncülüğünde oluşturulan halk iktidarları emperyalizme karşı yeni bir adil düzenin kurulmasına yöneldikleri aşamada, ABD öncülüğünde emperyalistlerin müdahalesi ile karşı karşıya kalmışlardır .

Venezuella dünyada en büyük petrol rezervlerine sahip olan bir ülke olarak her zamanemperyal güçlerin dikkatini çeken bir ülkedir . ABD petrol tekelleri bu ülkenin enerji yataklarına el koyabilmek için , bu gün eski bir otobüs şoförü olarak sendikacılıktan gelen Maduro iktidarının halkçı yönetimine karşı çıkarak, bu ülkeyi işgal edebilmenin ya da yönetimine el koyabilmenin arayışı içine girmektedirler . Venezuella’ya karşı gündeme getirilen dış müdahalenin arkasında doğal olarak bu ülkenin petrol kaynaklarına el koymak var. Bunun yanısıraVenezuella devletinin Brezilya ile işbirliği yaparak ortaya çıkardığı antiemperyalist tavır da müdahaleyi hazırlayan nedenlerden birisi olarak öne çıkmaktadır . Latin dünyasında ABD ve emperyalizm karşıtı bir çizgide hem bölgesel örgütlenmeler ortaya koymak hem de küresel alanda batı emperyalizmine karşı doğu ve güney bölgesi ülkelerini bir araya getirmek gibi anti empperyalist suç işleyen Venezuella’nın kapitalist mantığa göre cezalandırılması gerekiyordu . ABD’nin yeni saldırgan başkanı Trump, bu ülkenin Meclis başkanının devlet başkanı yerine koyarak , emekçi halk güçlerinin temsilcisi olan sendikacı başkan Maduro’yu devre dışı bırakmaya çalışmıştır . Ne var ki , aradan geçen zaman içinde Venezuella devleti ile ordusunun , halk kitleleri ile birlikte meşru seçimler yolu ile işbaşına gelmiş olan halkçı ve ulusalcı başkan Maduro’nun yanında oldukları ve onu sonuna kadar desteklemeye kararlı oldukları görülmüştür . ABD’nin en zengin petrol ülkesine müdahale ederken bazı batılı ülkeleri yanına alması, dünya halklarının tepkilerini dengelemeyi amaçlamış ama bir avuç ülkenin dışında kalan onlarca ülke antiemperyalist çizgide Madura yönetimindeki Venezuella’ya arka çıkmışlardır . Irak ve Suriye gibi ülkelere demokrasi görünümünde terör ,saldırı,işgal ve savaş götüren Amerikan emperyalizminin aynı oyunu Venezuella’da oynamak istemesine bütün dünya devletleri karşı çıkmaktadırlar .

S-5-Tam bu aşamada diğer dünya devletleri gibi anti emperyalist bir çizgide Türkiye’nin Maduro yönetimindeki Venezuella’yı desteklemesini nasıl görüyorsunuz ?

C-5- Türkiye Cumhuriyeti soğuk savaş döneminde batı ittifakı içinde yer aldığı için , batının emperyalist ülkeleri ile dünya devletleri arasında çatışma ya da savaş gibi olaylar ortaya çıktığı zaman doğal olarak batının yanında yer alıyor ve kendisi emperyalist bir ülke olmamasına rağmen emperyal saldırı ve işgalleri ya haklı görüyor ya da destekleyerek aslında kendi ulusal çıkarlarına aykırı bir yönde hareket ediyordu . Batı destekli işbirlikçi yönetimlerin Türkiye yönetiminde etkili olması nedeniyle ortaya çıkan bu çarpıklık yüzünden, Türkiye her zaman uluslararası politik alanda her zaman kaybeden bir ülke konumundan bir türlü kurtulamıyordu .Batının emperyalist devletleri Asya ve Afrika ülkelerini hegemonya alanı olarak görürlerken, benzeri bir yaklaşımı Türkiye için de benimsiyorlar ve bu doğrultuda Türkiye jeopolitik olarak dünyanın merkezi ülkesi olmasına rağmen kenar ya da kıyı ülkeleri gibi ikinci sınıf bir konuma sürükleniyordu .Batının desteklediği merkez sağ iktidarlar Türkiye’yi batının dümen suyunda tutarlarken ,Avrupa Birliğine alınmayan Türkiye bir Asya ülkesi konumuyla her zaman kaybeden bir ülke durumuna sürüklenmekten kurtulamıyordu . Avrupacı ,Amerikancı ya da İsrailci yönetimler Türkiye’yi her zaman için batı üçgeni içinde tutarak diğer dünya devletleri ile Türkiye’nin yakınlaşmasına izin vermiyorlardı . Bu nedenle de Türkiye bir türlü kendi çıkarlarına destek sağlayacak bir bölgesel ya da evrensel devletler birliği oluşumlarına bağımsız bir statüde katılamıyordu .

Zamanında Cezayir bağımsızlık savaşını görmezden gelen ve emperyalFransız devletinin yanında yer alan Türk devleti bu tür hatalara batılı büyük devletlerin baskıları ile sürüklendiği için Büyük Atatürk’ün her fırsatta dile getirdiği mazlum uluslarla yakınlaşma ve dayanışma içine girme şansından Türkiye her zaman için yoksun kalıyordu . Bu yüzden de Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlarda Türkiye hep masada haklarını kaybetmekten bir türlü kurtulamıyordu . Şimdi gelinen yeni dönemde batı bloku dağılırken , Avrupa ile ABD , İngiltere ile İsrail çekişmeler içine sürüklenirken ,Nato ittifakının önemini kaybettiği bunun yerine bir Avrupa Ordusunun ABD emperyalizmine karşı kurulma aşamasına gelindiği görülmektedir . Avrupa ülkeleri üzerinde hegemonyasını kaybetme aşamasına gelen ABD ise, yeni dönemde Orta Doğu petrollerini kimseye kaptırmamak üzere Arap devletleri ile birlikte , Orta Doğu stratejik işbirliği adı altında bir Arap Nato’su oluşturmaya çalıştığı yeni dönemde, Türkiye daha bağımsız hareket etme şansını elde ettiği için bu durumdan yararlanarak ABD emperyalizminin Venezuella’ya müdahalesine karşı çıkarak bu ülke halkının meşru temsilcisi olarak devletin başına geçmiş olan Maduro yönetimine destek çıkmıştır . Türk dışişleri bakanlığının Türkiye Cumhuriyetinin Venezuella halkının yanında olduğunu resmen açıklamasıyla, Türkiye ilk kez uluslararası alanda emperyalizme karşı dünya halklarının yanında yer almıştır .Daha önceki dönemlerde zaman zaman bir araya gelen iki devlet başkanı arasında başlayan yakınlaşma ortamı , emperyalist dış müdahalelere karşı iki ülkenin ortak bir dayanışma içine girmesine yardımcı olmuştur . Küresel emperyalizm döneminde batılı büyük ülkelerin baskısı giderek artarken, dünya halklarının kendi devletleri aracılığı ile her türlü dayanışmaya girerek , özgürlük ve bağımsızlıkları ile birlikte sahip oldukları hakları da yitirmemek için uluslararası bir dayanışma içinde olmaları gerekmektedir . Bu nedenle emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşı verilerek kurulan devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti , kendisi gibi emperyalizmin saldırısına uğrayan dünya ülkelerinin yanında yer alarak zor günlerinde onlarla birlikte olmak durumundadır . Güneşin doğudan doğduğu gibi doğunun mazlum uluslarının dünya sahnesinde öne çıkarak ortamı aydınlatmaları ile insanlığın emperyalizm belasından kurtulma süreci hızlanacak ve daha adil ve eşitlikçi bir yapılanma yeni dünya düzeni içinde gerçekleşme şansı bulacaktır .

S-6-Söyleşinizin başlığında yer alan , “Tanrıya çok uzak , ABD’ye çok yakın “ nitelemesi ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz ?

C-6- Bu günümüzün kahramanı konumundaki Venezuella’nın içinde bulunduğu durumu açıkça ifade etmek için kullanılan bir değerlendirmedir . Beş yüz yıllık emperyalist dönemde bir çok haksızlığa uğrayan ve kuzeydeki süper güç olarak ABD emperyalizmi ile sürekli olarak uğraşmak zorunda kalan Latin ülkelerinin içinde bulundukları durumu, en açık bir biçimde açıklayan bir değerlendirme olarak da görülebilir .Onbeşinci yüzyıl sonrasında Avrupa kıtasından gelen göç dalgaları ile insanların yaşamaya başladığı Güney Amerika kıtası beş asırlık bir sömürgecilik uygulamasının hegemonya alanı olarak her zaman dünya gündeminde önde gelen bir yere sahip olmuştur .Önce İspanyolların geldiği bu kıtada nüfus zamanla artmış , Portekizlilerin öncülüğünde kıtanın orta bölgesi işgal edilerek Brezilya devletinin tarih sahnesine çıkması sağlanmıştır . İspanya’dan kovulan Yahudiler Portekiz aracılığı ile Brezilya devletini kurarlarken , İspanyolların bütün kıtaya egemen olmasını önlemişler ve bugünkü Venezuella topraklarında kurdukları Caracas kentini merkez yaparak bütün Güney Amerika’nın SimonBolivar’ın önderliğinde bağımsızlığa kavuşmalarını sağlamışlardır . Adına Bolivya ismi ile bir devlet kurulan SimonBolivar , bugünküVenezuella’nın başkenti olan Caracas’a yerleşerek Latin Amerika’nın bağımsızlığını İspanyol ve Amerikan emperyalizmlerine karşı savaşarak elde etmiştir . Tıpkı Türkiye gibi batı emperyalizmine karşı savaşarak bağımsızlıklarını elde edenLatin ülkelerinin, tarih sahnesine çıkış noktası olan antiemperyalist çizgideki varoluş mücadelesinin bugün de bu ülke halklarının kazanılmış haklarının korunması doğrultusunda,hem politikada hem de diplomasi alanında geçerli olmasında ,dünya barışı açısından yarar vardır .

Uzun süren savaşlar sonucunda İspanyol emperyalizminin işgalinden kurtulmuş olan Latin ülkelerinin daha sonraki dönemde ABD emperyalizminin kucağına düşmüş olması , Latin halklarını uzun süreli faşist yönetimlere mahkum kılmıştır . ABD Güneydeki ülkelerin bağımsız hareket etmelerini önlemek üzere her türlü komplo ve siyasal oyunun peşinde olmuş , Küba adasında bir ara ortaya çıkartılan Komünist rejimi bahane ederek ve kullanarak Latin ülkelerinde tırmandırdığı terör aracılığı ile Avrupa tipi parlamenter demokrasiden bu ülkeleri uzaklaştırarak, güney ülkelerini planlı bir biçimde iç karışıklıklara sürüklemiş ve sonunda bütün Latin ülkeleri soğuk savaş yıllarında yarım yüzyıllık faşist yönetimlere mahkum kılınmıştır . Başkan babaların sonbaharı hiçbir zaman bitmemiş ve ABD destekli generallerin cuntaları işbaşına gelmiş ve Latin halkları faşist babaların otoriter yönetimlerinden bir türlü kurtulamamışlardır . Askeri rejimlerin getirdiği kolay müdahale ortamlarında her zaman emperyalist güçlerin istekleri olmuş ,halkın serbest seçimlerle işbaşına getirdiği sol ve sosyalist rejimler askeri darbeler aracılığı ile ortadan kaldırılarak ,binlerce insanın katledildiği ya da uçaklar ile okyanus sularına atıldığı diktatörlük rejimleri Latin dünyasını çağdaş uygarlığın ışığından uzaklaştırmıştır . CİA destekli terör ve iç karışıklık senaryoları bütün ülkelerde gündeme getirilerek , bunların gerekçe olarak kullanıldığı darbe ortamları yaratılmıştır .

Bugün gelinen yeni noktada Venezuella bir kez daha dış müdahaleler aracılığı ile yeni bir darbe senaryosuna alet edilmeye çalışılmaktadır . Bu durumu bütün demokratik ülkeler ve halklar görerek anti emperyalist çizgide bu ülkenin yanında yeralırsa , ABD’nin çok yakında olmasından kaynaklanan riskler giderilebilir ve o zaman tanrının çok uzak olması ile ifade edilen haksız girişimler önlenerek , bir dünyaülkesi olarakVenezuella’nın yeni bir emperyal saldırıya hedef olması önlenebilir . Dünya halklarının dayanışması ile ve Latin ülkelerinin işbirliği ile ABD saldırganlığının önüne geçilebilirse ,işte o zaman haksızlıkları önleyecek olan Tanrının pek de uzakta olmadığı görülebilecektir .

28 Ocak 2019 Pazartesi

TÜRKLER TÜRKİYE’YE YENİDEN YERLEŞMELİDİR "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" -İkinci cumhuriyetçi bir bilim adamı gayrimüslim kimliğinin getirdiği bir tavır ile Türk düşmanlığı yaparken!..


TÜRKLER TÜRKİYE’YE YENİDEN YERLEŞMELİDİR 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Ankara, 19 Ocak 2019
İkinci cumhuriyetçi bir bilim adamı gayrimüslim kimliğinin getirdiği bir tavır ile Türk düşmanlığı yaparken!..

İkinci cumhuriyetçi bir bilim adamı gayrimüslim kimliğinin getirdiği bir tavır ile Türk düşmanlığı yaparken, Türklerin Ulusal Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’yu yeniden işgal ettiklerini öne sürmüş ve bu işgale artık son verilmesi gerektiğini söylemiştir. Yeni Bizans projesinin peşinde koşarak, kiliseler ile işbirliğine giren ve Fener Rum Patrikhanesinden emir alarak Türk ve Türkiye düşmanlığı yapan bu tür sözde bilim adamları ülkemizde yeni bir kafa karışıklığı yaratarak Türk devletinin çöküşüne giden yolu açmak istemektedirler. Türk Ceza Kanununun Türklüğü ve Türk devletini koruyan maddelerini Avrupa Birliği sürecinden yararlanarak ortadan kaldırmak isteyen ve bunu ifade özgürlüğü çerçevesinde gündeme getiren gayrimüslim ve gayri Türk kimseler ciddi bir Türk düşmanlığı yaparken yasaların korumasından kurtulmak ve dünyanın merkezi coğrafyası olan Anadolu üzerindeki Türk egemenliğine son vermek istemektedirler. Bu doğrultuda uluslararası hukuka göre resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olan Türk devletini ortadan kaldırabilmek için akla gelen her yolu denemekteler ve yeni yeni yorumlar getirerek bin yıllık Türk egemenliğinin sona erdirilmesi için çeşitli girişimlerde bulunmaktadırlar. Türklerin bu coğrafyada tarihten gelen bin yıllık egemenliğini bir türlü kabul etmek istemeyen ve bunu bir an önce kaldırmak isteyen gayrimüslimler, yeniden Bizans dönemindeki gibi Hıristiyan bir imparatorluk düzenine geçebilmek için, bu ülkedeki Türk varlığını bir işgal olarak nitelendirmekten de çekinmemektedirler. Bin senedir Türklerin egemen olduğu topraklarda ve bir Türk devletinin çatısı altında vatandaş olarak yaşamını sürdüren bir gayrimüslim bilim adamı Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak ilan etmekten çekinmeyecek derecede yüzsüzlük gösterebilmektedir.
Tarih biliminin verilerine göre Türkler
Tarih biliminin verilerine göre Türkler Orta Asya’da gün yüzüne çıkmışlar ve daha sonrada bazı gelişmeler nedeniyle Önasya’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Türkler bugünkü yaşadıkları Önasya topraklarına bin yıl önce göçler yolu ile gelmişler, bir süre sonra da Selçuklu İmparatorluğunu Horasan merkezli kurarak ve yeryüzünün merkezi coğrafyasında yayılarak geniş alanlarda bir Türk devleti ortaya çıkarmışlardır. Bugün ki İran merkezli bir Türk egemenliği bütün Orta Doğu’ya yayılırken, Türkler İran üzerinden Kafkasya, Anadolu, Suriye ve Irak topraklarına gelerek yerleşmişlerdir. Asya’da göçebe bir yaşam düzeni içinde yaşayan Türk kavimleri bir imparatorluk düzeni içerisine girince yerleşik yaşam düzenine geçmişler ve bu doğrultuda dünyanın merkezi topraklarını Türk topraklarına dönüştürmüşlerdir. Bu coğrafyada Türklerden önce yaşayan Hıristiyanlar ve Yahudiler Roma İmparatorluğunun çöküşü üzerine egemenliklerini yitirmişler ve yeni gelen Türklerin hegemonyasında oluşan devlet düzenine uyum sağlamağa çalışmışlardır. Türklerin Önasya’ya gelişleri bir otorite boşluğu alanı yaratıldığı için gerçekleşmiştir. Roma İmparatorluğunun yıkılışından sonra Bizans İmparatorluğu da bu coğrafyada tutunamamış, İslamiyet’in çıkışından sonra kurulan Emevi ve Abbasi İmparatorlukları da çökme noktasına gelince Ön Asya topraklarındaki boşluğu Orta Asya ve Kafkasya üzerinden gelen Türk kavimleri doldurmuştur. Bugünkü Rusya toprakları üzerinde kurulmuş bulunan bir Türk İmparatorluğu olan Hazar devletinin çöküşü üzerine Türkler güneye doğru inmişler Kafkasya bölgesinden geçerek Horasan’a gelince Tebriz merkezli Selçuklu İmparatorluğunu kurarak merkezi coğrafyanın bütün bölgelerine yayılmışlardır. İşte bu süreç içinde Türkler kavimler halinde gelerek Anadolu’ya yerleşmişler ve bu yarımadayı Türkiye yapmışlardır. Daha haçlı seferleri sırasında bundan tam on yüzyıl önce Avrupa’dan gelen Hıristiyan ordularının komutanları Anadolu için Türkiye sözcüğünü kullanmışlar ve bu toprakların bir Türk ülkesi olduğunu kabul etmişlerdir.
Anadolu bin yıllık Türk ülkesi
Anadolu’nun bin yıllık Türk ülkesi olmasına rağmen yeniden bir Bizans özlemi içinde olan Hıristiyanların Türkleri işgalci ilan ederek bu projelerinin önünü açmağa çalıştıkları görülmektedir. Böylesine bir yaklaşım içinde Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü ile beraber bu topraklarda Türk egemenliğinin sona erdiğini ilan ederek, Osmanlı sonrasında yeni bir Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu kabul etmek istememektedirler. Bu nedenle, Türklerin bütün dünyanın emperyalist güçlerine karşı vermiş oldukları ulusal kurtuluş savaşını bir işgal hareketi olarak suçlamaktan da hiç çekinmemektedirler. Bazı özel üniversitelerde tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi yabancı okullarda yapılan Ermeni, Kürt ve Rum sorunlarını ele alan konferanslar ve açık oturumlar, Osmanlı sonrasında yeniden gündeme gelen Türk egemenliğindeki siyasal yapının tasfiye edilmesini amaçlamaktadır. Eski yabancı kolejlerin arkasındaki misyoner örgütleri ve gayrimüslim vakıflarının günümüzde özel üniversitelerin arkasında çalışmalar yaptıkları ve destekler sağladıkları görülmektedir. Batı emperyalizminin hizmetinde yapılan bu girişimlerin tamamı, Anadolu’daki Türk egemenliğine son vererek çok uluslu ve çok dinli kozmopolit bir federasyon düzenini alt kimlikli eyaletler aracılığı ile gerçekleştirebilmenin arayışı içindedir. Bunların faaliyetlerine ve toplantılarına katılan alt kimlikli gayrimüslim bilim adamlarının da Türkleri Türkiye’de işgalci ilan etmekten çekinmemektedirler. Arkalarına Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinin desteğini alan bu kişiler aynı zamanda Türk
Türk vatandaşı olmalarına rağmen
Türk vatandaşı olmalarına rağmen, Türk düşmanlığını sürdürmekten çekinmemektedirler. Bütün mesele gelip, eski Osmanlı topraklarında yeni bir Bizans İmparatorluğu kurmak ya da Büyük İsrail projesi doğrultusunda ABD ve İngiltere devletlerinin desteğini sağlamak noktasında düğümlenince, geleneksel Türk düşmanlığı doğrultusunda Türklerin işgalci ilan edilmesi kendiliğinden gündeme gelmektedir. Türklerin bu coğrafyadaki bin yıllık egemenliği görmezden gelinerek, kesin bir Türk karşıtlığının sergilenmesi çağdaş uygarlığı temsil ettiğini ileri süren batı ve onun işbirlikçisi batıcı güçlere hiç yakışmamaktadır. Batı bloğu beş yüz yıldır bütün dünyayı sömüren bir emperyalizmin örgütleyicisidir. Türkiye’deki azınlıklar da batı destekli bir yeni Bizans arayışına girdiklerinde manda ve himaye yönetimini Türk egemenliğine tercih etmektedirler. Böylesine Türk düşmanlığına yönelen gayrimüslim azınlıkların, bin yıllık Türk egemenliğinin ötesinde bazı tarih uzmanlarının dile getirdiği gibi on bin yılı aşan bir proto-Türk yerleşiminin Anadolu’nun çeşitli yörelerinde belirlendiğini de bilmeleri gerekir. Bu doğrultuda, Anadolu’nun on bin yıllık Türk toprağı olduğunu öne süren ciddi bilimsel eserler vardır. İtalya ve İspanya yarımadasına ilk yerleşen kavimlerden birisi olan Etrüsklerin de Türk asıllı olmaları proto-Türk alanda çalışmalar yapan bilim adamlarının tezlerini doğrulamaktadır. Roma ve Bizans imparatorluklarından çok önceki dönemde Ön Asya ve civarına gelen Türk kavimlerinin bu bölgelerde yerleştiğini artık birçok bilim adamı kabul etmektedir. Onbin yıllık Türk geçmişinin bulunduğu bu topraklarda hiç kimsenin Türkleri işgalci olarak ilan etme hakkı bulunmamaktadır. Bunun aksi örnekler, çağdışı art niyetli girişimlerdir. Ne yazıktır ki, bazı gayrimüslim bilim adamları da sırf din farkı ya da etnik köken ayrılığı nedeniyle böylesine olumsuz durumlara sürüklenebilmektedirler.
Türklerin onbin yıldır bu bölgede yaşadığı gerçeği
Türklerin onbin yıldır bu bölgede yaşadığı gerçeği dikkate alınırsa, Anadolu topraklarındaki Türk tarihi belirli bir tasnife göre açıklanabilir. Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerin proto-Türkler aracılığı ile on bin yıl önce olduğuna göre, bu durum birinci dalga Türkleştirme olarak kabul edilebilir. Hazar İmparatorluğunun yıkılmasından sonra ki göçlerle Selçuklu İmparatorluğunun kurulması ile de bu merkezi coğrafyada ikinci dalga Türkleştirme gündeme gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu ise Türk egemenliğinin Balkanlar üzerinden Avrupa’ya da yayılmasını sağlamış ve bu toprakların Türkleştirilmesini daha da güçlendirmiştir. Milliyetçilik cereyanlarının Balkan ülkelerini Osmanlı İmparatorluğundan koparmasından sonra yaşanan Birinci Dünya Savaşı ile merkezi coğrafyadaki Türk egemenliği sona ermiştir. Bunun üzerine batılı emperyalistler Osmanlının merkezi topraklarını işgale başladığında, Türk ve Müslüman halk kitleleri bu saldırıya karşı direnerek bir ulusal kurtuluş savaşı vermişler ve sonucunda zafer elde ederek yeniden Türk egemenliğini tesis etmişlerdir. İşte bu kurtuluş savaşını gayrimüslim bilim adamları ya da uzmanların bir işgal olarak ilan etmeleri, çok ciddi bir saptırmadır. Türklere karşı haksızlık yapmayı ve her zaman çifte standart bakmayı alışkanlık haline getirmiş olan batı dünyası ve gayrimüslim azınlıklar, Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak ilan edecek derecede ileri gitmektedirler. Türklerin tarihten gelen geleneksel hoşgörüsünü rencide edecek derecedeki bu haksız tutumun artık bir sona ermesi gerekmektedir. Türkleri kendi ülkelerinde işgalci olarak gören zihniyet bu topraklarda yeni Bizans ya da Büyük İsrail kurulması ardında koşan Batı emperyalizminin bir uzantısıdır. Türkiye Cumhuriyetini geçici bir devlet olarak gören bu kesimler, Türk devletini ortadan kaldırabilmek için her yolu denemektedirler. Türk ulusu bu kadar haksızlığa artık bir son vermek durumundadır. Toplumda giderek bu doğrultuda gündeme gelen bilinçlenmenin ciddi bir ulusal tepkiye yol açmasından çekinen bu saldırgan çevreler, Türklerin haklı tepkilerini önleyebilmek üzere Türkiye’de yeni iç karışıklık ve kavgalar çıkartabilmenin kışkırtıcılığı içindedirler.
Kürdistan, Ermenistan, Pontus, Bizans, İyonya, Trakya, Kapadokya
Türkiye topraklarından Kürdistan, Ermenistan, Pontus, Bizans, İyonya, Trakya, Kapadokya gibi gayri Türk ve gayrimüslim küçük eyalet devletçikleri çıkartabilmenin çabası içinde olan batı emperyalizminin işbirlikçisi çevrelerin Türkiye’deki Türk egemenliğine karşı yürüttükleri komplolara ve emperyalist oyunlara karşı artık Türk ulusunun Atatürk’ün izinde giderek daha bilinçli ve kararlı bir tutum içerisine girmesi gerekmektedir. Madem onlar Türkiye’deki Türk devletini geçici bir düzen olarak görüyorlarsa, o zaman ulusal kurtuluş savaşında sürdürülen antiemperyalist bir çıkış ile Türklerin Türkiye’ye yeniden yerleşmeleri sağlanmalıdır. Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesinde alt kimlikli ayrı devletçiklerin gündeme getirilmeğe çalışıldığı bu aşamada Türkler Türkiye’nin her bölgesine yeniden yerleşerek ulusal ve üniter siyasal yapılanmanın güçlendirilmesini bir an önce sağlamalıdırlar. Bu topraklarda yedi yüzyıla yakın bir süre egemenliğini sürdürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu ile ondan önceki Türk devleti olan Selçuklu İmparatorluğunun yönetim tarihinden bugünün Türkiye’si için dersler çıkarmak gerekmektedir. Selçuklu ve Osmanlı yönetimleri merkezi coğrafyadaki egemenliklerini koruma doğrultusunda neler yaptıysa, Türkiye Cumhuriyetinin de aynı yoldan giderek benzeri yöntemlerle Türk devleti ile Türk ülkesini bütünleştirmesi gerekmektedir. Anayasada var olan Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sağlayacak derecede yeni ulusal ve üniter yapı güçlendirilmelidir. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde dıştan desteklenen ayrılma ya da merkezden uzaklaşma gibi eğilimlerin önünü kesecek yeni yaklaşımların geliştirilmesi bölünmenin önlenebilmesi açısından zorunlu görünmektedir. Dünyanın merkezindeki Türk devleti bu aşamada birliğini ve bütünlüğünü koruyabilirse bütün Türk dünyası için bir cazibe merkezi konumuna gelebilecektir.
Türklerin Anadolu’ya yeniden yerleşmeleri gerekmektedir.
Türkiye’de dağılma ve çözülmenin önlenebilmesi için Türklerin Anadolu’ya yeniden yerleşmeleri gerekmektedir. Bazı büyük ilçelerin bu doğrultuda iç dengeleri yeniden sağlayacak çizgide vilayet yapılmaları yarar sağlayabilir. Böylece büyük illere göç önlenebilir ve nüfusun ülke sathına yeniden yayılması sağlanabilir. Ayrıca, kendisini şimdiden eyalet merkezi ya da müstakbel yeni devletlerin başkenti ilan eden bazı büyük illerin bölünmesi de eyaletleşmenin önüne geçilmesinde katkı sağlayabilir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin idari taksimatının yeniden düzenlenmesi, alt kimlikli ayetleşmeye izin vermeyecek derecede ulusal ve üniter yapının güçlendirilmesini sağlayacak doğrultuda bir ulusal idari reforma acilen ihtiyaç bulunmaktadır. Böylesine bir milli idari reformu bir iktidar programına dönüştürecek bir siyasal parti beklenmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin bu topraklarda kalıcı bir devlet olarak yoluna devam edebilmesi için böylesine bir milli program iktidarına gereksinme vardır. Türkler, Anadolu’ya yeniden yerleşerek hem Misak-ı Milli sınırları içerisinde ulusal yapının güçlenmesine yardımcı olmalılar, hem de bu şekilde devletlerini güçlendirerek, merkezi coğrafyanın, merkez devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni geleceğe taşınmalıdırlar.
Kaynak: TÜRKLER TÜRKİYE’YE YENİDEN YERLEŞMELİDİR - Prof. Dr. Anıl Çeçen