20 Ağustos 2018 Pazartesi

ANKARA KALESİ: "Bunda en büyük etken, bu topografya koşullarının ve Anadolu yolları üstündeki konumunun, merkez rolü oynayabilecek bir kentin kurulmasına elverişli olmasıdır."

ANKARA KALESİ
Türkiye Cumhuriyet’inin başkenti olan Ankara kenti topraklarına, çok eski tarihlerde yerleşilmiştir. Bunda en büyük etken, bu topografya koşullarının ve Anadolu yolları üstündeki konumunun, merkez rolü oynayabilecek bir kentin kurulmasına elverişli olmasıdır. Orta Anadolu’da aşağı yukarı bütün kentler bir ova çevresinde, daha doğrusu, bu ovaları çevreleyen dağların yakınında kurulmuştur.
Ankara da, ortasından Ankara çayının geçtiği bir ova kenarında yer alır. Bent deresi, İncesu ve Çubuk suyu bu ovada, kente yakın bir noktada birleşirler. Söz konusu ova, öbür Anadolu kentlerinin kurulduğu ovalardan küçük olmakla birlikte, korunmaya elverişli bir yerde olduğu için, çok erken tarihlerde yerleşmeye açılmıştır. Ankara’nın yüzey şekillerinde, yükseltileri 1000 m-1200 m arasında değişen ve vadilerle derin bir biçimde yarılmış yaylalar ile üstlerindeki birkaç yüz metre yükseklikte sırtlar ve tepeler ağır basar. Bent deresinin dar vadisi, günümüzde Ankara kalesinin bulunduğu tepeyi, yaylanın ovaya egemen dik kenarından ayırarak, korunmaya elverişli bir yer hazırlamış, Hititler, Frigyalılar ve Galatlar döneminde hep aynı yerde olan kent, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de yerini değiştirmemiştir. Geçmiş dönemlerde hep bir kale kenti rolü oynayan Ankara’nın günümüzdeki görünümünde de, ova zemininde yükselen kale hemen dikkati çeker. Kentin adı, eski dönemlerden günümüze kadar çok az değişiklik geçirmiştir. Hititler döneminde kentin hangi adla kurulduğu bilinmemektedir (Hititlerin Ankuva adlı kentinin yerinde kurulduğu ileri sürülmüşse de, bu konudaki bulgular yeterli değildir) Buna karşılık Frigyalılar döneminde adının Ankyra olduğu bilinmektedir. Bu adın “gemi çapası” anlamına gelen “anker” den türediği, Frigya kralı Midas’ın bir gemi çapası bulduğu yerde kenti kurarak bu adı verdiği ileri sürülmektedir. Ama bazı tarihçilerde kenti Galatların kurduğunu ve Mısırlılarla yaptıkları savaşta, ellerine geçirdikleri Mısır gemilerinin çapalarını zafer ganimeti olarak yanlarına aldıklarını, bundan esinlenerek kentlerine de Ankyra adını verdiklerini ileri sürmektedirler. Romalılar döneminde gemi çapası Ankara kentinin arması olarak kullanılmış ve sikkelerin, madalyaların üstüne çapa simgesi basılmıştır. Daha yakın dönemlere ilişkin bazı Türk-İslam kaynaklarındaysa kentin adının Engürü olduğu, bunun da farsça engür (üzüm) sözcüğünden geldiği belirtilmektedir. Ankara kalesinin halka “angarya”yla yaptırılmasından kente Angara adının verildiğini ileri sürenler de vardır. Günümüzdeki Ankara adı, çok eski dönemlerden bu yana kullanılan çeşitli adların, az çok değişikliğe uğramış biçimidir.

Fransa’yı Rothschild ailesi teslim aldı Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl çeçen, bu haftaki yazı ile de Fransa seçimlerinin ardındaki gizemli durumu işledi.

Fransa’yı Rothschild ailesi teslim aldı...
Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl çeçen, bu haftaki yazı ile de Fransa seçimlerinin ardındaki gizemli durumu işledi.
Gazetemize verdiği haftalık demeç ve görüşlerle, gündeme ışık tutan Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl çeçen, bu haftaki yazı ile de Fransa seçimlerinin ardındaki gizemli durumu işledi.
Rothschild ailesinin yetiştirdiği genç bir politikacının Fransa'ya yeni başkan seçilmesinin , bütün devletler açısından siyasal dersler içerdiğini belirten Prof. Çeçen, yarım yüzyıllık Avrupa Birliğinin kaderi açısından da Fransız seçiminin anlamının büyük olduğuna işaret etti.
Fransa'nın genç Cumhurbaşkanı Macron'un Türkiye Cumhuriyeti açısından da iyi değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizen Prof. Çeçen, özellikle ulus devletlerin konumu açısından bu durumun bilimsel olarak tartışılmalı gerektiğine vurgu yaptı.
Dünya ve Türkiye gündemlerini iyi takip eden ve yazılarıyla da haklılığını kanıtlayan Prof. Anıl Çeçen'le bu hafta Fransa seçimlerini konuştuk.
Seçim sonuçları, komşu ülkeleri yakından etkiler
Geçen hafta yapılan Fransa cumhurbaşkanlığı seçimini nasıl görüyorsunuz?
Küresel konjonktürün tam değişim aşamasında Fransa cumhurbaşkanlığı seçimini tamamladı . Seçimlerde hiçbir partinin adayı çoğunluğu sağlayamadı . Küresel emperyalizme teslim olan ve hiçbir biçimde emperyalizme karşı çıkış yapamayan iki büyük partinin adayları birinci turda dökülünce , ikinci tur partilerin ötesinde bir yapı kazandı . Bir tarafta partisi olmayan yeni yetme bir siyasetçi , öbür tarafta ise yılların politikacısı milliyetçi Le Pen’in kızı , birinci turda en çok oy alan iki aday olarak seçimlere girdiler ve sonunda yarım yüzyıllık milliyetçi çizginin temsilcisi olarak seçimlere giren babasının kızı tıpkı babası gibi yeni bir seçim kaybetti. İçinde bulunulan dönem açısından son derece ilginç dersler ile dolu olan Fransa seçimlerinin sonuçlarının , Türkiye Cumhuriyeti açısından da iyi değerlendirilmesi gerekmekte ve özellikle ulus devletlerin konumu açısından bu durumun bilimsel olarak tartışılmalı . Bütün dünya ulus devletleri küreselleşme döneminde zorlanırken ,ulus devlet modelinin bir devrim sonucunda ortaya çıktığı Fransa’nın geleceği açısından bu son derece kritik seçimi ulus devletten yana ulusalcılar kaybederken, küresel emperyalizmin patronu konumundaki Rothschild ailesinin yetiştirdiği genç bir politikacının yeni başkan seçilmesi , bütün devletler açısından siyasal dersler ile dolu görünmektedir . Yarım yüzyıllık Avrupa Birliğinin kaderi açısından da Fransız seçiminin anlamı büyük olmuştur . Özellikle önümüzdeki aylarda yapılacak olan Avrupa ülkelerindeki seçimleri etkileyeceği şimdiden hissedilmektedir. Demokrasinin beşiği olan Avrupa kıtasındaki seçimler komşu ülkeleri her zaman yakından etkilemiştir .
Genç yaşta Fransa cumhurbaşkanı olan Macron nasıl bir kişilik olarak görünmektedir ?
Kendisinden 25 yaş büyük bir hanım ile evli bulunan yeni cumhurbaşkanı, Fransa gibi bir büyük devletin başına gelemeyecek kadar genç olmasına rağmen seçimlerde başarı elde etmesinin arkasında yatan nedenler üzerinde durmak gerekmektedir . Seçim kampanyalarında küresel kapitalizmin patronu konumundaki ailelerden Rothschild’lerin burslusu gibi yetiştirildiği ve bu ailenin temsilcisi olarak siyaset sahnesinde öne sürüldüğü fazlasıyla tartışma konusu olmuştur . Yüzyılların Fransa’sının, arkasında hiçbir siyasal parti desteği olmadan genç bir politikacının eline düşmesi ,bu ülkenin geleceği açısından önemli kuşkuları gündeme getirmiştir . Eski başkan Holland’ın ekonomi bakanlığı ile ön sıralara çıkan Macron , Fransız siyasetindeki Yahudi ağırlığının etkisi ile kısa bir dönem bakanlıktan sonra hemen cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiştir . Ekonomi ve bankacılık alanlarındaki çalışmalardan sonra , Fransa’nın başına geçen yeni cumhurbaşkanının , kendisini yetiştiren Rothschild ailesinin istekleri doğrultusunda Avrupa Birliğinin ikinci büyük ülkesini yönetecekmiş gibi görünmektedir . Yeni başkanın arkasındaki parti desteği eksikliğinin , küresel patron bir ailenin açık desteği ile giderileceği görülmektedir . Küresel emperyalizmin devletleri teslim aldığı bir yeni aşamada partiler önemini yitirirken , partilerin yerini şirketler,tarikatlar ve aileler almaktadır . Partisiz cumhurbaşkanının önümüzdeki dönemde kendisini sınırlayacak bir parti kurma yoluna gitmeyeceği , çok büyük şirketlerin ve küresel sermayenin patronu konumundaki Rothshildlerin temsilcisi olarak yoluna devam etmeye çalışacağı anlaşılmaktadır .Yeni başkanın gençliği kendisini bu konuma getiren patronlara karşı yumuşak davranacağını ortaya koymaktadır . Kendisinden çeyrek asır büyük bir hanıma sahip bulunan genç başkanın yönetiminde karısının eş başkanlık yapma yoluna gidebileceği gibi ihtimaller şimdiden tartışma konusu yapılmaktadır .
Almanya açısından Fransız başkanlık seçimi nasıl değerlendirilebilir ?
Avrupa Birliğinin yarım yüzyıllık tarihinde Almanya , bütün kıtanın patronu konumuna geldiği için bu ülkenin en büyük komşusu olan Fransa’daki seçimler kendiliğinden Almanya üzerinde geniş çapta etkiler yaratmaktadır . Son yılların muhafazakar iktidarının başı konumundaki Merkel’in geleceği önümüzdeki aylarda yapılacak olan seçimlere kilitlendiği için soğuk savaş döneminden kalma yaşlı bir lider olan Merkel’in de geleceği bu seçimden olumsuz etkilenmiştir . Küreselleşmenin yeni basamağı ortaya genç liderler çıkarmaktadır . Kanada’da babasının oğlu genç bir başbakanın göreve gelmesiyle başlayan gençleştirme hareketi Yunanistan ve Fransa ile devam etmiştir . Türkiye’de de lider ya da başbakan değişimi sırası gelirken , gençleştirme hareketi çizgisinde yeni adayların gündeme geleceği görülmektedir . Önümüzdeki aylarda genel seçimlere gidecek olan Almanya’da da , Sosyal Demokrat Partinin lideri değişmiş ve küresel emperyalizmin gençleştirme politikaları doğrultusunda bu yeni liderin başbakanlık makamına gelebileceği konuşulmaya başlanmıştır . Avrupa Birliği organlarında yıllardır görev yapan yeni sosyal demokrat liderin de , Avrupa ülkelerini teslim alan liberal sol anlayışın temsilcisi olarak başbakanlık makamına geleceği ve Bavyera kökenli Rothshild ailesinin istekleri doğrultusunda hareket ederek küreselleşme macerasına devam edeceği anlaşılmaktadır . Merkez sağ iktidarların Avrupa’nın patronu konumuna getirdiği Almanya’nın önümüzdeki dönemde sosyal demokrat görünümlü politikalara yönelerek , Avrupa tipi sosyal devlet uygulamalarını sürdürmeye çalışacağı belli olmuştur . Almanya ,yeni dönemde patronluk imajını yumuşatabilecek yeni adımlar atarak kendisine karşı ortaya çıkan muhalefeti önlemeye çalışacak ama sosyal demokratlar küresel sermayenin neo-liberal politikalarına karşı çıkamayarak , Bavyera kökenli Rothschild ailesinin taleplerini yerine getirmeye öncelik vereceklerdir .
Fransa seçimini kadın aday Le Pen kazansa idi nasıl bir tablo ortaya çıkardı?
Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura katılan diğer aday Milliyetçi Parti’nin adayı olan bayan Le Pen idi . Bayan Le Pen ,babasından kalan mirasın üzerine otururken , dünya sahnesine ulus devletleri kazandıran Fransız devriminin ev sahibi olarak ulusalcılık doğrultusunda bir geleneksel çizgiye sahip olması gerekirdi . Fransa’nın Akdeniz sahillerinde güçlü bir konuma sahip olan Yahudi lobilerinin , Fransa’yı Akdeniz’e çekerek İsrail ile yakınlaştırma çabalarına karşı Fransız ulusalcıları direnmiş ve Milliyetçi Partiyi güçlü bir konumda tutarak Fransız ulus devletinin ayakta kalmasını sağlamışlardır . Siyonizm Sarkozy gibi bir uluslararası Yahudi politikacısını Fransa’nın başına getirdiği aşamada Fransız ulus devleti ABD üzerinden İsrail’in kontrolü altına girmiş ama Sarkozy isimli sonradan olma politikacının hataları yüzünden , Siyonizm’in oyunları geri tepmiştir . Siyasete girerken , Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine Büyük İsrail Projesi yüzünden karşı çıkan Sarkozy ,daha sonra da Almanya-Fransa arasında oluşturulmuş olan Avrupa Birliğinin ana aksını kırarak Almanya’yı Fransa’dan uzaklaştırarak , Akdeniz üzerinden İsrail ile yakınlaşma arayışına girmiştir .Sarkozy’nin bu tür Siyonist politikaları yüzünden Fransa’da ulusalcılık akımları güçlenmiş ve milliyetçi parti bu aşamada eskisine oranla iki misli genişlemiştir . Normal koşullarda Le Pen’i iktidara getirecek kadar güçlü olan Fransız milliyetçiliğinin önü , küresel emperyalizmin yeni bir Siyonist oyunu ile kesilmiştir . Fransa’nın geleceğinde , Avrupa Birliği için çalışan ulusalcılar ile , İsrail ile ortaklık kurarak yeni bir Roma İmparatorluğu görünümünde Akdeniz Birliği için çalışan Siyonistler’in çekişmeleri giderek tırmanmaktadır . Le Pen kazansa idi , Avrupa Birliğinin ana aksı olan Alman ittifakını daha da güçlendirmeye yönelebilirdi . Yeni başkan Macron ise , Rotshilds’lerin kontrolü altında daha çok küresel aktör olarak hareket ederek geleceğe dönük bir Akdeniz Birliği’nin İsrail merkezli oluşumuna katkı sağlamaya patronların istekleri doğrultusunda daha yakın durabilir .
Yürüyüş hareketi kurarak cumhurbaşkanlığına aday olmak ne anlama gelmektedir ?
Emmanuel Macron , siyasal partiler dışında bağımsız olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olurken , küresel sermayenin desteği ve örgütlemesi ile bu siyasal boşluğu doldurmak üzere “Yürüyüş Hareketi “ adı altında bir sivil toplum yapılanmasını öne çıkararak siyasal partilere karşı kendisine bir sosyal taban oluşturabilmenin çabası içinde olmuştur .Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde normal olarak halk kitlelerinin iktidara doğru yürüyüşe geçmesi beklenirken , Fransa seçimlerinde Rothschild’lerin çocuğu sermayenin iktidara yönelmesinde kilit rol oynamıştır . Holland hükümetinde bakan olana kadar kimsenin tanımadığı bu genç siyasetçinin birden cumhurbaşkanlığı makamına oturması , Avrupa Birliği çatısı altında önemli sarsıntılara yol açabilecektir . Makyavel gibi bir filozof üzerinde yüksek lisans tezi hazırlayan yeni cumhurbaşkanı , umarız Makyavelizmin katı uygulamalarını kendi ülkesinde gündeme getirerek , kendisine oy veren halk kitlelerine yeni acılar yaşatmaz . Patronların kesin desteğini arkasına alan genç politikacıya tanrının” yürü ya kulum “dediği anlaşılmakta ve bu doğrultuda yürüyüş hareketinin siyasallaşması tartışma konusu olmaktadır . Emek,özgürlük,sadakat ve açılım kavramları üzerine dayanan bir yürüyüş hareketi sonucunda Fransa cumhurbaşkanlığına getirilen fazlasıyla genç bir politikacının bankacılık ve Makyavelizm gibi alanlarda yetiştikten sonra açılımlara kalkışmasının ne anlamlara geldiği önümüzdeki aylarda ortaya çıkacaktır . Küreselci patronların çizgisinde ulus devlete karşı politikaları benimseyen Macron ‘a seçim kazandırmak için sermayenin , Fransız Milliyetçi Partisini sürekli olarak aşırı sağ biçiminde kötüleyerek Le Pen’in seçim zaferini engelledikleri ortaya çıkmıştır . Küresel sermayenin medya ve basın organlarını diğer adayların aleyhine kullanmasıyla sermayenin çocuğu iktidara getirilmiştir . Daha şimdiden sermayenin şişme bebeği adı takılan genç cumhurbaşkanını gelecekte çok zor günler beklemektedir . Ulus devletin ve cumhuriyet rejiminin beşiği ve kurucusu olan Fransa’nın , küresel sermayenin seçim oyunlarından kurtulup kurtulamayacağı ya da direnebileceği önümüzdeki günlerde görülecektir.
Tehlikeli gelişmelere yol açabilir
İki büyük parti olarak Sosyalistler ve Cumhuriyetçiler neden seçimlerde kaybettiler ?
Yahudi lobilerinin küresel emperyalizmden yana bir tutum içine girmeleriyle birlikte gerçek anlamda cumhuriyetçilik ya da sosyalizm uygulamalarına yönelme şansı ortadan kalkmıştır. Toplumculuğu esas alan sosyalizm ile devletçiliği esas alan cumhuriyetçilik , küresel emperyalizmin neo-liberal dayatmaları yüzünden etkinliklerini yitirmiştir . Sermayenin liberal politikalarına teslim olan solcular ve cumhuriyetçiler bireysel çıkarlara öncelik vermeye başladıkları noktada halk kitlelerinden uzaklaşarak küçülmüşlerdir . Teslimiyetçi politikalar ile sermayenin dümen suyunda giden sosyalistler ve cumhuriyetçiler Fransa cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunda varlık gösterememiş ve ikinci turda temsilcilerini kalıcı aday yapamamışlardır . Emperyalizm küresel dönemde bir avuç insanı zengin ederek büyük halk kitlelerini açlığa,işsizliğe ve haksızlıklara mahkum ederken ,patronların dizinin dibinde liberalcilik oynayan cumhuriyetçiler ile sosyalistler halk kitlelerinden koparak boylarının ölçüsünü almak durumunda kalmışlardır . Zenginlerin ve üst tabakaların çıkarlarına öncelik veren ve bu doğrultuda neo-liberalizme teslim olan sosyalistler ve cumhuriyetçilerin halkçı ve toplumcu politikalara öncelik vermeleri gerekirken , kolay yola giderek teslim olmaları yüzünden, Fransa gibi devrimlerin öncüsü bir ülkede sermayenin yeni yetme çocukları cumhurbaşkanlığı makamına gelebilmektedirler . Gerçek anlamda cumhurun temsilcisi olması gereken bu makamda sermayenin ve patronların temsilcisinin yer alması gelecek açısından son derece tehlikeli gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olabilecektir . Küresel anlamda adalet,barış ve eşitlik peşinde koşan platformlara sosyalistlerin ve cumhuriyetçilerin uzak durmaları yüzünden para babaları bugün bile dünya halklarının geleceğine hükmedebilmektedir .
PROF. DR. ANIL ÇEÇEN

11 Ağustos 2018 Cumartesi

ANKARA KALESİ ANKARA’DA YEREL YÖNETİM Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (13.01.2009) ANKARA KALESİ


ANKARA KALESİ 
ANKARA’DA YEREL YÖNETİM
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
(13.01.2009)
ANKARA KALESİ

Kısa bir zaman sonra bütün Türkiye’de yerel yönetim seçimleri yapılacaktır .Bu nedenle ülke gündemi şimdiden seçim yarışına dönüşmüştür. Siyaset sahnesinde atılan her adım , bu seçimlerde avantaj kazanmaya dönük bir girişim olarak algılanmaktadır .İktidar partisi devleti yönetmekten gelen şansını bu doğrultuda en üst düzeyde kullanmağa çaba gösterirken , muhalefet partileri de buna karşı önlemlerini alarak ,yaklaşmakta olan seçimlerin demokrasinin genel kurallarına uygun bir biçimde cereyan edebilmesi için etkinliklerini artırmakta ve böylece ülke gündemi daha da hareketlenmektedir .Türkiye yılbaşı sonrasında üç aylık bir süre boyunca yerel seçimlere kilitlenmiştir . Artık bundan sonra her türlü iç ve dış sorun ikinci planda kalacaktır . Hatta bu sorunların seçimlerin kazanılması doğrultusunda kullanılması da taraflarca dikkatli bir biçimde değerlendirilicektir . Kim bu durumun aksini söylüyorsa , doğru söylemiyecektir . Siyasetin doğası seçim süreçlerinde her konunun partiler tarafından seçimlerin kazanılması amacıyla kullanıldığını siyasal tarih açıkca ortaya koymaktadır .

Ankara’da bir Türk kenti olarak Türkiye’nin yerel seçimlerinde yerini almaktadır . Ülkenin her köşesinde görülmekte olan seçim heyecanı ve yarışı giderek Ankara’da da yükselmekte ve adaylar belirlendikçe daha üst düzeyde bir çekişmenin kamuoyuna yansıdığı görülmektedir . Ankara’nın Türkiye’nin başkenti olmasından kaynaklanan değişik konumu diğer kentlerdeki yarışın ötesinde , başkentin yerel yönetim seçimlerini ön plana çıkarmaktadır . İktidar partisinin adayının son üç dönemdir Ankara Büyükşehir Belediyesini yönetmesi bu seçimleri daha farklı boyutlara taşımakta , iktidar ve muhalefet çekişmesinin başkentte diğer kentlere oranla daha üst düzeyde bir yarış görünümünde geçmesine yolaçmaktadır . Ankara belediye başkanının medyatik kişiliği ve her fırsatta medya kanallarına çıkarak saatlerce ve hatta günlerce programlar yaparak , seçim yarışını çok etkili bir biçimde kamuoyuna taşıması da Anakara yerel seçimine bir başka hava vermekte ve bu nedenle Ankara yarışı diğer bölgelerdeki çekişmeyi geride bırakmaktadır . Şimdiki belediye başkanının uzun süren görev döneminden gelen deneyimi karşısında muhalefet partileri yeni ve deneyimsiz bir isim çıkarmaktan vazgeçmişler ve Ankara halkı tarafından iyi bilinen eski isimleri iktidar partisinin adayının karşısına dikmişlerdir .Başkent anakent seçimlerinde siyasal konjonktür kadar adayların geçmişi ve deneyimi de etkili olacaktır . Üç büyük parti adayı araısında geçecek olan yerel yönetim seçimlerinde kıran kırana bir çekişmenin yaşanacağı şimdiden belli olmuştur .

Türkiye Cumhuriyetinin içinden geçmekte olduğu bugünkü süreç ülke ve devletin geleceği açısından son derece yaşamsal bir önem taşıdığı için , yerel seçimlerin sonucu bu gidişi etkileyecek bir anlam taşıyacaktır . Uluslararası konjonktürde Türkiye’nin içinde bulunduğu merkezi coğrafya öne çıktığından ve bu bölgenin yeniden yapılanmasında çeşitli yabancı projeler emperyalist devletler ve güçler tarafından zorla Türkiye’ye baskı yöntemleri ile gerçeklmeştirilmek istendiğinden , Atatürk’ün kurmuş olduğu devlet yapısı ciddi bir zorlanma ile karşı karşıyadır . Emperyalist güçler Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra uygulayamadıkları kendi projelerini bu yüzyılın başlarında yeniden devreye sokarak , dışarıdan destekledikleri siyasal yapılanmalar aracılığı ile kendilerine göre bir yeni siyasal düzeni dünyanın merkezi alanına zorla kabül ettirmek istemektedirler . Böylesine bir süreç içerisinde Türkiye kilit ülke olarak öne çıkmakta ve Ankara’da bu tür bir ülkenin başkenti olarak yeni bir konuma sürüklenmektedir . İşte taml bu aşamada yerel seçimler devreye girmekte ve zorla dönüştürülmek istenen bir ülkenin başkenti olarak Ankara’da da seçim yarışına girilmektedir . Ankara halkının bu genel durumu bilerek hareket etmesi ve oylarını kullanırken sadece başkentin değil ama Türkiye’nin geleceğini düşünerek hareket etmesi gerekmektedir . Bu seçimler belki de Ankara’nın başkent konumunu yitirmesi anlamına gelecek bir noktaya sürüklenmesini neden olabilecek sonuçlar doğurabilir . Yılların Ankara’sında yaşayan Ankaralıların, bu yüzden bilinçli ve sorumlu olarak oy kullanmaları ve başkentin konumu ile beraber Türkiye’nin geleceğini de koruyacak bir seçim sonuçlarının çıkmasını sağlayabilecek doğrultuda emin adımlar atmaları gerekmektedir .

Küreselleşme döneminde dünyanın merkezi coğrafyasını ele geçirmeyi planlayan batılı emperyalist ve siyonist yaklaşımlar , Türkiye’yi bir bağımsız devlet olarak değil ama Orta Doğu bölgesinde oluşturulacak çok uluslu bir federasyonun merkezi alanı olarak görmektedirler . Bu nedenle de , bütün Orta Doğu bölgesini kapsayacak bir kentler düzeyinde yeniden yapılanma forumunu Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara’da yapmayı tercih etmektedirler . Böylesine bir kongrenin ulusal ve üniter bir devlet olan türkiye’nin başkentinde yapılmasının anlamı bsüyüktür . Glokal Forum adı verilen , küresel-yerel forumun toplanma merkezi olarak Ankara tesadüfen seçilmiş olamaz . Böylesine bir uluslararası forum üzerinden . yeni Orta Doğu düzeninin ülkeler ,devletler ya da uluslar üzerinden değil ama kentler düzeyinde bir yeni yapılanmayı gerektirdiği toplantıya katılan uzmanlar tarafından dile getirilmiştir . Geçen yıl Türk devletinin kuruluşunda çok önemli bir anlama sahip olan Büyük Taaruz’un yıldönümünde küresel yerel forum toplantısı Ankara’da yapılırken , bu bölgenin geleceğinde , şu an var olan devletlerin olmayacağı ama kentlerde yaşayan halk topluluklarının bölgesel bir federasyona zorlanacağı açıkca ortaya çıktmıştır . Bir anlamda bölgede şu an var olan devlet yapılanmaları , ulus toplumlar , merkezi devlet konumlarının dışlanacağı küresel ve yerel forum aracılığı ile Türkiye kamuoyuna taşınmıştır . Başkent Ankara’nın anakent belediyesi böylesine bir toplantıya ev sahipliği yapmıştır . Tıpkı Orta çağ Avrupa’sında olduğu gibi küçük kent devletlerinden oluşan bir siyasal coğrafya , küresel sermayenin güdümünde olacak yeni bir kentler federasyonuna dünyanın merkezi alanında dönüştürülmek istenmektedir . Ankara anakent belediyesinin Türkiye cumhuriyetini de gelecekte ortadan kaldıracak böylesine bir riskli toplmantıya ev sahipliği yapması , Türkiye kamuoyunda uzun süren tartışmalara neden olmuştur .

Bugün Ankara’da iki ayrı devlet yapılanması vardır . Birincisi Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının değişmez maddelerinden gelen başkent olma konumu nedeniyle sahip olduğu merkezi devlet yapılanması ,diğeri de Ankara’nın da diğer kentler gibi bir yerleşim merkezi olması nedeniyle sahip olduğu yerel yönetimi yani yerel devlet yapılanmasıdır . Küreselleşme döneminde bütün dünyaya empoze edilen bir slogan olarak merkezi devletin bitişi ve yerel devletin öne çıkışı aşamasında Ankara’daki yerel yönetimin anlamı diğer kentlerden farklı bir boyut kazanmakta ve başkent günümüzde bir merkezi devlet ile yerel devlet karşıtlığına doğru çekilmek istenmektedir .Bu bölgede varolan bütün devletlerin başkentleri dışlanırken , geleceğin yerel devletleri anlamında kent devletlerinin oluşabilmesi için uluslararası kuruluşlar kentlerde görev yapan yerel yönetimleri yani bir anlamda geleceğin yerel devletlerini muhatap almaktadırlar . Dünya bankası ile beraber Uluslararası para fonu da artık başkentleri devredışı bırakarak kentleri temsil eden yerel yönetimlerle ilişki kurmağa ve bunlara krediler tahsis ederek ekonomik yönden bütün bölgeyi kontrol altına almağa çalışmaktadırlar . Glokal Forum toplantısı ile Türkiye’nin başkenti olan Ankara bölgedeki yeni yapılanma çekişmesinin ana üssü haline getirilmiştir . Eğer Glokal Forum toplantısında konuşulanlar gerçekleşecekse o zaman türk devleti de diğer bölge devletleri ile beraber ortadan kalkacak ve yerine kent devletlerinden oluşan küresel emperyalizm ve sermayenin güdümünde bir bölgesel federasyon kurulacaktır . Böylesine bir süreç içerisinde batı emperyalizmi dünyaya egemen olma amacıyla Ankara’daki merkezi devletin tasfiye edilmesini hedeflemekte , ve bu doğrultuda Ankara’daki ulusal ve üniter devlet dışlanırken , yerine Ankara anakent belediyesi yerel devlet olarak muhatap alınmaktadır . Bir anlamda Ankara’da yapay bir merkezi devlet yerel devlet çekişmesi yaratılmak istenmektedir . Yaklaşık olarak son üç senedir bu durum açıkca Ankara kamuoyunda tartışılmakta ve bu doğrultuda merkezi devlet ile yerel devleti temsil eden yöneticilerin yaklaşımları ile tutumları yakından izlenmektedir . Küresel ve bölgesel geçiş aşamasında bir anlamda başkentteki merkezi devlet ile yerel devlet karşı karşıya getirilmek istenmiş ve Glokal Forum’un Ankara’da toplanması da bu doğrultudaki tartışmaları giderek yükseltmiştir .

Ankara tam bu aşamada ve böylesine tartışmaların içinde bir yerel yönetimler seçimine girmektedir . Ankara anakent belediyesi ile beraber ilçe belediyelerine aday olacak siyasetçilerin bu tür tartışmalar karşısındaki yerlerini iyi belirlemeleri gerekmektedir . Büyükşehir için aday olacakların , Türkiye ile bölgenin geleceği konusundaki düşüncelerini açıkca Ankara ve ülke kamuoyuna açıklamalarında yarar vardır . Ankara gelecekte Başkent olma konumunu koruyarak bünyesinde ulusal ve üniter bir devlet yapısını merkezi olarak barındırmağa devam edecekmidir ,yoksa şimdiye kadar yabancı plan ve programlar ile yarı yarnıya tasfiye edilmiş olan merkezi devlet konumunun tasfiyesine devam edilecekmidir ? Bu seçimlerde tartışılması gereken ana konu giderek devredışı bırakılmakta olan Ankara’nın konumudur . Merkezi devlet tasfiye edilirken , Türkiye eyaletlere doğru yönlendirilirken , Glokal Forumlarla bölgede bir ortaçağ benzeri federasyon hedeflenirken , din bu amaçla kullanılırken ,etnik sorunlar kent devletleri için canlandırılırken , başkent Ankara7nın yerel yönetimi ne yapacaktır ? Ankara anakent belediyesi halen yürürlükte olan Türkiye Cumhuriyeti anayasası doğrultusunda başkentteki merkezi devletle beraber mi hareket edecektir yoksa gene Glokal Forumlar ardında giderek batı hegemonyasını bölgeye taşıyacak bir kentler federasyonu süreci içinde mi yer alacaktır ? Bütün belediye başkan adaylarının bu aşamada karşı karşıya kalınan böylesine bir gidiş karşısında açık konuşmaları ve tavırlarını kesihatlarıyla belirlemeleri gerekmektedir . Ankara halkı bu soruların yanıtlarını adaylardan kesin olarak almkadan zoy kullanmamak durumundadır.

Kuvayı Milliye’nin başkenti olan Ankara günümüzde İstanbul ve Kudüs’ün bölge başkenti olma yarışının tam ortasında kalmıştır .Avrupa merkezli hırıstıyan yapılanması bir İstanbul başkentli Yeni Bizans projesi doğrultusunda çaba gösterirken , Kudüs merkezli Büyük İsrail Projesi de ABD destekli olarak devreye girmiş bulunmaktadır . İstanbul ile Kudüs arasında sıkışıp kalmış olan Ankara’nın her geçen gün etkisinin azaldığı ve bölgeye dönük girişimlerde sürekli olarak devredışı bırakıldığı görülmektedir . Bu arada Diyarbakır,Trabzon ve Van gibi kentlerin eyalet merkezi olacağı bir süreç te kamuoyuna taşınmağa çalışılmaktadır .Bu bölgedeki devlet yapılarını devredışı bırakmak isteyen batı emperyalizmi kentleri muhatap alarak yeni emperyal projeleri uygğulama alanına getirmeğe çalışmaktadır . Bu tür emperyal girişimlere karşı Ankara’nın bir devlet başkenti olarak komşu ülkelerin başkentleri ile beraberce ve ortak bir dayanışma içinde hareket etmesi gerekmektedir . Ancak bu yoldan bölgedeki devlet yapılarının güvenliği korunabilecektir . O zaman bölge devletlerinin başkentlerindeki yerel yönetimleri emperyal güçlerin merkezi devletleri devredışı bırakma doğrultusunda kullanma oyunlarına son verilebilecektir . Türkiye’nin emperyal destekli Glokal Forumlara değil ama , tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi komşu ülkelerle dostluk ve dayanışma ittifakı biçiminde yeni Sadabat paktlarına gereksinmesi vardır . Yeni seçilecek Ankara anakent yönetiminin bu gerçekleri iyi bilmesi ve bu doğrultuda yeni bir yaklaşım geliştirmesi Türkiye Cumhuriyetinin ulusal çıkarlarının korunabilmesi açısından önem taşımaktadır . Yaklaşmakta olan yerel seçimlerde Atatürk’ün Cumhuriyetini başkent Ankara’da koruyacak yeni bir yerel yönetimin işbaşına gelmesi gerekmektedir . Bütün Ankaralılar seçim sandığına giderken varolan koşulları iyi değerlendirerek hareket etmeli ve başkent konumunu koruyacak bir belediye yönetimine Ankara’yı kavuşturmalıdır . Ankara yeniden her bahtı kara için umut kapısı ve devlet merkezi olmalıdır . Yüzyıl sonra hiç kimse

Ankara’yı yeniden eski bir Anadoluna kentine dönüştürme hakkına sahip olamaz . Ankara yirminci yüzyılda olduğu gibi yirmibirinci yüzyılda da Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak yoluna devam edecektir . Emperyalist dostlarımızın bu gerçeği iyi bilmelerinde yarar vardır .

ANKARA BAŞKENT Mİ, BEYLİK Mİ? "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" -Ne var ki, başkent Ankara ise bu seçimlerde sadece kendi yerel yönetimini seçmeyecek ama aynı zamanda geleceğini de belirleyecektir. Bu açıdan Ankara son derece kritik bir bir aşamadan geçmektedir, çünkü Ankara belediyesinde son üç dönemde aynı aday sürekli olarak görevde kalmış ve bir anlamda da koltuğa demir atmıştır.. (ANKARA KALESİ: 01 ŞUBAT 2010)


ANKARA BAŞKENT Mİ, BEYLİK Mİ ? 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
ANKARA KALESİ: 
(01 ŞUBAT 2010)

Türkiye hızla yerel seçimlere doğru gidiyor. Her geçen gün seçim heyecanı giderek tırmanıyor, meydanlar liderlerin mitingleri ile dolarken tartışma konuları da zaman içerisinde sertleşme eğilimleri gösteriyor. Yerel seçimlerin kazanılması için adaylar birbirleriyle yarışırken, meydanlar ve salonlar dolmakta, yerel seçimlerle beraber Türkiye’nin genel seçimlerinde olduğu gibi ülkenin bütün sorunları gündeme getirilmektedir. Yerel sorunlarla beraber genel konuların da ele alınması bir yönü ile yararlı olmakta ve Türkiye’nin geleceğe dönük bir yenilenme sürecinde ilerlemesine katkıda bulunmakta ama diğer yönü ile de genel konular içerisinde yerel sorunların çözümü meselesini geri plana itmektedir. Yerel ve genel sorunlar ile konuların birbirlerinin önemini ortadan kaldırmayacak derecede dengeli bir yaklaşım içerisinde ele alınması, Türk demokrasisinin olgunluk düzeyini gösterecektir. Bu açıdan bütünüyle Türk toplumu bir sınavdan geçmektedir. Seçmen kitleleri belirli bir olgunluk düzeyinde hareket ederek siyasal tartışmaların bir kavgaya dönüşmesini önleyecek ve Türk demokrasisinin bu sınavdan bileğinin hakkı ile geçmesini sağlayacaktır.

Yerel seçimler sırasında bütün il ve ilçeler ve belediye yönetimine sahip olan yerleşim yerleri kendi yönetimlerini oluşturmak üzere karar vereceklerdir. Ne var ki, başkent Ankara ise bu seçimlerde sadece kendi yerel yönetimini seçmeyecek ama aynı zamanda geleceğini de belirleyecektir. Bu açıdan Ankara son derece kritik bir bir aşamadan geçmektedir, çünkü Ankara belediyesinde son üç dönemde aynı aday sürekli olarak görevde kalmış ve bir anlamda da koltuğa demir atmıştır . Aynı adayın dördüncü kez aday olması ve de seçilmesi yirmi yıllık bir yönetim sürecinde aynı kişinin belediye başkanı olmasını sağlayacaktır. dünyanın hiç bir ülkesinde görülemiyecek bir tek adam yönetiminin Türkiye Cumhuriyetinin başkentinde gündeme gelmesi, Ankara’nın geleceği açısından düşündürücü olmaktadır. Batı demokrasilerinde görülemiyecek derecede uzun süreli bir tek adam yönetiminin bir ülkenin başkentinde gerçekleşmesi, demokratik ölçülere uymamakta ve anormal bir durum yaratmaktadır. Dördüncü kez aday olan bir belediye başkanının aynı kentin bir başka ilçesinde daha önce de belediye başkanlığı yaptığı dikkate alınırsa, yeniden seçilme durumunda beşinci dönem yöneticilik durumu ortaya çıkmaktadır. Bir devletin başkentinde beş dönem yerel yöneticilik yapmak o ülkenin demokrasisisinin geride kaldığının en açık göstergesidir. Türkiye’nin değişim sürecinin ortaya çıkardığı normal dışı koşullardan yararlanılarak gerçekleştirilen beş dönem adaylık bir anlamda insan hayatı açısından düşünülürse neredeyse ömür boyu başkanlık anlamına gelmektedir. Hiç bir demokraside yirmi ya da yirmibeş yıllık bir yöneticilik herhangi bir politikacıya ya da yerel yöneticiye tanınan ayrıcalık değildir. Demokrasilerde görevler geçicidir ve hiç bir makam onlarca sene ya da çeyrek yüzyıl bir yöneticinin tekeline bırakılamaz. Bunun tersi bir durum demokrasiye ters düştüğü gibi, bir kentin yönetimini beylik yönetimi denilen keyfiliğe sürüklemektedir.

Bir kentin yönetiminde dört dönem görev almış bir belediye başkanının beşinci kez aday olurken, kendisini anakent yönetiminde kalıcı kılacak bir adımı atması sırasında büyük oğlunu da anakentin en önemli ilçesinde ilçe belediye başkanlığına aday göstermek istemesi de, tam anlamıyla doğu ülkelerinde görülmekte olan beylik yönetimine uygun düşen bir yaklaşımdır. Bir kaç dönem anakent yönetiminde sürekli kalan bir yönetici anakenti kendine ayırırken, başkentin en önemli ilçesine de oğlunu belediye başkanı yapmağa kalkışması tam anlamıyla bir beylik yönetiminin gündeme gelmekte olduğunun açık bir göstergesidir. Babası anakentte oğlu yavrukentte belediye başkanı olan bir siyasal yapının demokrasilerde görülmesi mümkün olmadığı gibi tam anlamıyla doğulu şeyhlik ya da beyliklerde görülmekte olan bir antidemokratik durumdur. Arap ülkelerindeki şeyhliklere bakılırsa ya da doğu ülkelerindeki antidemokratik yönetimler incelenirse benzeri durumlar açıkca görülmektedir. Haydar Aliyev’in ya da Hafız Esad’ın yerlerine oğullarının geçtiği dikkate alınırsa , doğulu yönetimlerde babadan oğula geçen bir aşiret ya da beylik yönetimlerinin doğal karşılandığı görülmektedir . Ne var ki ,böylesine bir aşiret ya da aile yönetiminin batı ülkelerinde ya da çağdaş demokrasilerde ortaya çıkabilmesi mümkün değildir. Ankara’nın uzatmalı belediye başkanının tam anlamıyla doğulu bir anlayış içerisinde kendisi görevde iken oğlunu da ilçe belediye başkanı yapmağa çalışması, başkent yönetiminde beylik yönetimine yönelindiğinin en açık göstergesidir . Aile şirketlerinde görülmekte olan baba-oğul yönetiminin, Türkiye Cumhuriyetinin başkentinin belediye yönetiminde gerçekleştirilmek istenmesi, Ankara’nın başkent konumunun beylik yapılanmasına doğru dönüştürülmeğe çalışıldığını açıkça ortaya koymaktadır .

Anadolu tarihi açısından konuya bakıldığında, bu topraklarda kurulmuş olan büyük devletlerin merkezi yönetiminin zayıfladığı aşamalarda belirli bölgelerde beyliklerin gündeme geldiği görülmektedir. Bu durumun en açık örnekleri Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının yıkılma ya da dağılma dönemlerinde ortaya çıkan tablolarda görülmektedir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu yıkıldığı zaman anadolu’da bir dağılma gündeme gelmiş ama Anadolu Selçuklu devleti toparlanarak yoluna devam edince dağılma önlenmiştir. Ne var ki, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılınca bu kez dağılma önlenememiş ve Anadolunun her bölgesinde bir çok beylik yönetimi o bölgelerin güçlü ve zengin ailelerinin soyadı ile gündeme gelmiştir. Her zengin ve güçlü sülale, merkezi devletin yokluğunda kendi egemenliği altındaki topraklarda bir aşiret yönetimine yönelmek istemiş ve bu gibi girişimlerin sonucunda da beylik devletçikleri eyalet yapılanmasına benzer bir biçimde ortaya çıkmıştır. Sonraki aşamada Söğüt bölgesinde kurulmuş olan Osmanlı beyliğinin güçlenerek çevredeki beylikleri kendisine bağlaması üzerine önce Osmanlı devleti kurulmuştur. Bursa’nın başkent olmasından sonra Osmanlı devleti imparatorluğa dönüşmüş ve merkezi gücün yeniden örgütlenmesinden sonra beylikler dönemine son verilmiştir. Benzeri bir durum, Timurlenk’in orduları ile Anadolu’ya gelerek Yıldırım Beyazıt’ı Esenboğa alanında yenilgiye uğratması üzerine ortya çıkmış, Osmanlı devletinin merkezi yönetimi çökmüş ve yeniden Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde beyliklerin oluşumu gündeme gelmiştir. Tarihte Fetret devri denilen bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu önce dağılmış sonra da beyliklerin oluşumu tekrar gündeme gelmiştir. Daha sonraki aşamada ise İkinci Mehmet’in güçlü bir ordu oluşturması üzerine yeniden merkezi yönetim güçlendirilmiş ve Anadolu’da beylikler yönetiminin oluşumu ikinci kez engellenmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğunun teslim olmasından sonra, Sevr Antlaşmasıyla bu geniş topraklarda eskisi gibi beyliklere benzeyen küçük küçük devletçikler oluşturulmak istenmiştir .Batı emperyalizminin Anadolu üzerindeki büyük devleti ortadan kaldırdıktan sonra yeniden küçük devletçikleri eyaletler benzeri bir modele uygun olarak gündeme getirmesi , Sevr haritası olarak adlandırılmıştır. Sevr Antlaşmasının ilkelerine bakıldığı zaman da beylikler benzeri küçük devletçiklerin Anadolu toprakları üzerinde oluşturulmasına çalışıldığı görülmektedir. Bu bölgenin tarihinde görülen böylesine bir küçük yapılanmaya Irak’ın kuzeyinde rastlanmaktadır. Bağdat’taki merkezi devlet çökertilince hemen Irak’ın kuzey bölgesinde yaşamakta olan Barzani ve Talabani aşiretleri kendi devletçiklerini kurma doğrultusunda beyliklerini emperyalizmin desteği ile hukukileştirmeğe çalışmaktadırlar.

Ankara günümüzde hem bir kent hem de bir başkenttir. Bu nedenle Ankara’nın konumunun ikili olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Yerel seçimler sırasında Ankara’nın bir kent olarak geleceği tartışılırken, aynı zamanda başkent olma durumunun da dikkate alınması gerekmektedir. Üç dönem üstüste Ankara anakent belediye yönetimini yürüten uzatmalı başkanın döneminde, Ankara’daki merkezi devlet dış baskılar ve emperyalist politikalar ile küçültülmüştür. Türkiye giderek büyürken, emperyalist baskılar merkezi devletin küçültülmesi için baskılar uygulamışlardır. Ankara son iktidar döneminde Misakı Milli sınırları içerisindeki bu büyük ülkenin yönetimini merkezi olarak yürütemez bir noktaya düşürülmüştür . Nüfusu ve ekonomik yapısı giderek büyüyen bir Türkiye’nin merkezi olarak yönetilebilmesi için Ankara’nın da merkezi devlet olarak büyümesi gerekirken , küreselleşme,Avrupa Birliği ,Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail gibi emperyal projeler yüzünden Ankara başkent olarak sürekli olarak küçülme durumunda bırakılmıştır. Batı emperyalizminin ulus devletleri tasfiye etme süreci içerisinde Türk ulus devletinin başkenti olan Ankara küçülme noktasına getirilmiştir . Ankara’daki merkezi devlet küçülürken, yerel devlet olan anakent belediyesi sürekli aynı yöneticinin yönetiminde fazlasıyla büyütülmüştür. Küresel emperyalizm merkezi ulus devletlere savaş açarken, belediyeleri yerel devlet yapılanmasına dönüştürmeğe çalışmaktadır .Ankara anakent yönetimi de, başkentteki merkezi yönetim devredışı kalırken onun yerini alarak yerel bir devlet gibi hareket etmeğe başlamıştır. Başkent anakent yönetiminin iktidar partisinin yönetiminde olan bütün Anadolu belediyeleri için projeler üretmeğe başlaması, Ankara’daki merkezi devletin devredışı kaldığı bir döneme rastlaması da son derece ilginç bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Başkentteki merkezi yönetim zayıflarken, yerel yönetim giderek devletleşmekte ve iktidar partisinin konumundan yararlanarak Anadolu belediyeleri üzerinde tıpkı bir devlet merkezi gibi yönlendirici roller oynayabilmektedir. Bütün bu gibi gelişmelerin yarattığı çarpıklıklar ulusal,üniter ve merkezi bir devlet yapısına sahip olan Türkiye cumhuriyetinin anayasal ve yasal düzenlerini zorlamaktadır.

Türkiye’nin içinde bulunduğu geçiş aşamasında Başkent Ankara’nın anakent yönetiminde gündeme gelen demokrasiye ters düşen gedikli yönetim sorunun bu yerel seçimlerde çözüme kavuşturulması gerekmektedir. İsrail destekli , Glokal Forum toplantıları ile Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail projeleri doğrultusunda Orta Doğu kentleri ile bölgesel federasyon arayışlarına bir ulus devletin başkent yönetiminin yönelmesi ülkenin güvenliği açısından ciddi sorunları gündeme getirmiştir. Ankara anakent belediyesi, Türkiye Cumhuriyetinin başkentinin yerel yönetimi olarak, Anayasal düzen çerçevesinde başkentin ve merkezi devlet yapısının gereksinmeleri doğrultusunda çalışacağına, emperyalizmin bölgesel federasyon planlarına ağırlık veren programlara yönelmesi tamamen yasal düzene aykırı bir durum yaratmaktadır. Ankara Anakent belediyesi, Türkiye Cumhuriyetinin anayasasının üçüncü maddesine uygun bir doğrultuda çalışmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara, sahip olduğu devlet merkezi konumu ile Türk devleti ile beraber büyüyecek ve güçlenecektir. Geleceğin yüz milyonluk Türkiyesinin merkezi olarak yönetecek Türk devletinin başkenti olan Ankara, ancak ulusal çıkarlar doğrultusunda gelişme gösterebilir ve bu nedenle merkezi devlet yapılanmasının dışına çıkamaz. Ankaralılar yerel seçimler sırasında bütün bu husuları düşünerek oy verecek ve Türkiye Cumhuriyetinin başkentini bir beylik yönetimine sürüklenme riskinden kurtaracak biçimde karar verecektir. Başkent Ankara’yı yirmi yıllık çekişmeden kurtaracak kararın bu yerel seçimlerde oy sandığından çıkmasında, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından büyük yararlar bulunmaktadır. Ankara başkent olarak kalacak ve hiç bir zaman beyliğe dönüşmeyecektir .

ANATOLİA HAVA ALANI "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" - Merdiven kenarlarına ve bazı flamaların üzerine ANATOLİA adının bilinçli olarak yazıldığı ve bu doğrultuda gelip geçen uçak yolcularının bu isme alışmaları sağlanmak istenmiştir. Bizans İmparatorluğu döneminde orta Anadolu bölgesinin eyalet olarak resmi adı olan Anatolia isminin yeniden bu bölgeye konulmağa çalışıldığı, Yeni Bizans projesi doğrultusunda Sevr haritasına göre Anadolunun ortasında Türklere bırakılacak merkezi eyalete yeniden Anatolia adının yakıştırıldığı artık anlaşılmaktadır...(17 Şubat 2010)

ANATOLİA HAVA ALANI 
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Doğu Türk İmparatoru Timur’un filleriyle beraber gelerek batı Türk İmparatoru Yıldırım Beyazıt’ı yendiği alanda, Orta Asyalı Türk ordusunun komutanı olan ESENBOĞA’nın adını taşıyan bir hava alanı yapılmıştır. Başkent Ankara’nın yıllardır tek hava alanı olarak çalışan bu meydan zaman içinde büyüyen Ankara’ya yetmemeye başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti başkentine de tıpkı batılı başkentlerde olduğu gibi modern ve geniş kapasiteli yeni bir hava alanı yapılmasına karar verilerek, üç yıl önce Esenboğa’daki meydan yepyeni bir projenin uygulama alanı olmuştur . Kısa zaman içerisinde Türkiye’nin uluslararası şirket gruplarından birisi olan Tepe-Akfen ortaklığı yeni yapıyı tamamlayarak yetkili makamlara teslim etmişler ve böylece başkent Ankara’da batılı standartlarda bir hava limanına sahip olarak uluslararası trafiğe açılmıştır. Özellikle devlet ve kamu yetkililerininin dış temasları açısından büyük bir rahatlama olmuş , devletin dış ilişkileri bu doğrultuda genişlerken , Ankara’daki elçilikler de ülkeleri olan gidiş gelişlerini yeni limanın olanakları ölçüsünde geliştirmişlerdir .

Hava alanın inşaatının yapılıp tamamlanmasına kadar her şey normaly doğrulytuda gelişmiş ama bir türlü yeni yapının girişine ya da tepesine bu bölgedeki hava alanının tepesine eskiden kalan resmi isim olan Esenboğa yazılmamıştır. Yolcular gelip giderken yeni hava alanından geçmişler ama bir türlü bu meydanın resmi ismi ile karşılaşmamışlardır, çünkü inşaatın yapımcısı olan TAV grubu bu durumun gereğini yerine getirmeden alanı teslim etmiş, yetkili makamlar da alanın resmi adı konusunda herhangi bir talepte bulunmamışlardır. Ne var ki, zaman içerisinde yolcular gelip giderken alanın içindeki merdivenlerin üzerinde başka bir ismin yazdığını görmüşler ve bu nedenlle şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Önceleri dikkatleri çekmeyen bu durum zaman içerisinde yolcularda haklı bir tepkiye dönüşmüş ve bazı kişilerin kafasında böylesine bir durumun gizli bir planın parçası olup olmadığı konusunda haklı kuşkular meydana gelmiştir. Önceleri fısıltı halinde gelişen tereddütler daha sonraları sesli tepkiye dönüşmüş ama bir türlü yetkili makamlardan bu konuda tatmin edici bir açıklama şimdiye kadar gelmemiştir. Uluslararası düzeyde bir çok yabancı iş alan ve bu doğrultuda bazı ülkelerde benzeri hava alanı projeleri yapmış olan TAV grubunun işi teslim ederken hava alanının ismini girişe ya da binanın tepesine koymayı unutması mümkün değildir. Olsa olsa bu tutumun arkasında gizli bir niyetin bulunduğuna dair bir yaklaşım giderek Ankara kamuoyunda haklı bir kuşku olarak bugüne kadar sürüp gelmiştir.

Türk devletinin başkentinde böyle bir oyunun oynanmasının tesadüf olamıyacağı sonradan ortaya çıkmış ve geleceğe dönük yeni yapılandırmanın bir parçası olarak hava alanının eski isminin devredışı bırakıldığı anlaşılmıştır. Merdiven kenarlarına ve bazı flamaların üzerine ANATOLİA adının bilinçli olarak yazıldığı ve bu doğrultuda gelip geçen uçak yolcularının bu isme alışmaları sağlanmak istenmiştir. Bizans İmparatorluğu döneminde orta Anadolu bölgesinin eyalet olarak resmi adı olan Anatolia isminin yeniden bu bölgeye konulmağa çalışıldığı, Yeni Bizans projesi doğrultusunda Sevr haritasına göre Anadolunun ortasında Türklere bırakılacak merkezi eyalete yeniden Anatolia adının yakıştırıldığı artık anlaşılmaktadır. Hava alanının yapımcısı olan şirket bir yabancı sermaye ortaklığı olduğu için küreselleşme doğrultusunda işler yapmakta ve bu doğrultuda karar veren merkezlerin iradelerine uygun olarak hareket etmektedir. En son olarak Makedonya’da bu gurubun yeni bir hava alanı projesi aldığı öğrenilmiştir. Küresel patronların çıkarlarına uygun bir emperyal düzen kurulurken bütün ulus devletlerin dışlanarak hareket edilmesi , bir devletin başkentinde hava alanını isim sorunu ile karşı karşıya bırakmıştır. Böylesine çarpık bir durum dünyanın hiç bir ülkesinde görülmemiştir. Atatürk’ün cumhuriyetinin bu tür saçmalıklarla karşı karşıya bırakılması son derece üzücü bir durum yaratmıştır

Türk devletinin yetkili makamları,başkent Ankara’da merkezi bir devletin organları olarak görev yaparlarken, Türkiye Cumhuriyetinin anayasal bir hukuk devleti olduğunu hatırlamaları gerekmektedir . Anayasanın üçüncü maddesinde başkentin Ankara olduğunun açıkca yazılı olmasına rağmen, başkentin hava alanının bu duruma uygun bir biçimde teslim alınmaması ciddi bir hukuki ve siyasi sorun yaratmaktadır Bu durumda Türkiye’nin bazı yetkili makamlarının dış planlara ya da bu bölgenin geleceği için hazırlanmış olan bazı emperyal projelere uygun olarak olarak hareket ettikleri ortaya çıkmaktadır ki, eğer böylesine bir durum varsa bu durum anayasa ve yasalara aykırılık gibi suçluluk ve sorumsuzluk gibi olumsuz sonuçlara yolaçmaktadır. Fener Rum phatrikhanesinin geleceğe dönük Yeni Roma ya da Yeni Bizans projeleri doğrultusunda hareket etmesi bir ölçüye kadar anlaşılabilir ama Türk devletinin yetkili organları ya da sorumlu makamlarının bu tür bir emperyal dış projeye uygun olarak hareket etmeleri bir hukuk devletinde anlaşılamaz . Bu devleti kuran Türkler böylesine bir kazanımı elde edebilmek için Ulusal Kurtuluş savaşı gibi ağır bir bedel ödemek zorunda kalmışlardır. Anayasal çerçevede Türkiye’deki bütün kamu makamlarının böylesine bir bilinç ve sorumluluk çerçevesinde hareket etmeleri beklenmektedir.Eski Bizans’dan kalma bir ismi Yeni Bizans projesi doğrultusunda yeniden hortlatarak Türk devletinin başkent hava alanına koymak hiç bir uluslararası küresel şirketin hakkı olmadığı gibi, böylesine çarpık bir durumu kabül etmek de hiç bir Türk kamu görevlisi makamın yetkisi dahilinde değildir,çünkü bu meydan bir devlet ihalesi ile yapılan yeni bir kamusal alandır. Bütün kamusal alanlarda son yetkili devlettir. Devletin bu konu ile ilgili kamu organı işi teslim alırken hava limanının adının yazılmasını da talep etmek durumunda idi. Bu görev yerine getirilmeyerek geleceğe dönük bir spekülasyon konsu yaratılmıştır. İdare hukukuna göre ciddi bir hizmet kusuru yaratılmıştır.

Esenboğa hava alanının ismi halen uluslararası hava trafiğinde ESB büyük harfleri ile geçmekte ve yabancı ülkelerden Ankara’ya yapılan hava seferlerinde bütün belgelerde ve biletlerde ESB harfleri yer almaktadır. Bu harflerin simge olarak halen kullanılmakta olması, Türkiye’de bilinçli olarak yaratılmış olan bu çarpıklığın uluslararası sistem tarafından kabül edilmediğini göstermektedir. Dışarıda bütün yazışmalarda ESB harfleri Esenboğa adının simgesi olarak kullanılırken, Bizans’tan kalma Anatolia adının gizlice flamalara ve merdiven kenarlarına iliştirilmesi pek de iyi niyetli olmayan bir tutum olarak ortaya çıkmaktadır. Burası bir devletin başkentidir ve hava alanının eskiden kalma bir adı vardır. Bu adı resmen değiştirmeden , Sevr planı doğrultusunda Türkiye’nin eyaletleşmesine dönük bir adımın başkent hava alanı üzerinden atılması ve hava yolu ile gelenlerin gözlerinin önüne Anatolia adının dikilmesi, yavaş yavaş Bizans tipi bir eyaletleştirmeye kamuoyunun alıştırılmak istendiğini göstermektedir. Böylesine bir durumun anayasal ve yasal statülere karşıt bir çizgide ortaya çıkması Türk devletinin aczi olarak görülmemeli ve bir an önce alanın resmi ismi olan ESENBOĞA ,büyük harflerle girişe ve meydanın ilgili yerlerine yazılmalıdır. Alanın isminin değiştirilmesi isteniyorsa o zaman diğer ülkelerdeki gibi davranılmalıdır.

Bütün ülkelerde hava alanlarının kendi tarihlerine ve siyasal ya da hukuki yapılarına uygun bir adları vardı. Bazı yerlerde bizzat başkentin adı hava alanına isim olarak verilmektedir. Batının önde gelen ülkelerinde ise, ülkenin önde gelen devlet adamları ya da sanat, kültür ve bilim insanlarının adları hava alanlarına verilerek, ülkenin tanıtımına daha çok katkı sağlanmak istenmektedir. Fransa’da Degaulle, Amerika’da Kennedy hava alanları bu açıdan başlıca örnek alınması gereken hava meydanlarıdır. Türkiye’de ise İstanbul’da Atatürk, İzmir’de Adnan Menderes isimleri hava alanlarına prestij kazandıracak doğrultuda isim olarak verilmiştir. Benzeri bir yaklaşım başkent Ankara’da da gösterilebilir. Osmanlı ordusunu yenen bir Türk ordusunun komutanı olan Esenboğa’nın adından vazgeçiliyorsa o zaman Türk devletinin kuruluşunda emeği geçen önemli bir ulusal kurtuluş savaşı kahramanının ya da,daha sonra Türkiye Cumhuriyeti yönetiminde görev almış bir devlet adamının adı başkent hava alanına prestij kazandıracak biçimde kazandırılabilir . Hatta bu konuda Ankaralılar arasında bir kamuoyu araştırması ya da yarışma düzenlenebilir ve bir bilimsel jürinin yer alacağı biçimde , yeni hava alanının adı yenilenebilir. Ankara‘nın kendi adıda yeni yapının ismi olabilir. Önemli olan bu konuda Ankaralıların duygu ve düşüncelerinin öğrenilmesi ve ilgili uzmanlardan oluşturulacak bir bilirkişi heyeti ile karar alınmasıdır. Ciddi bir devlete,büyük bir millete yakışan tutum da budur .Türkiye’nin bugünkü hükümeti, devletin ilgili ve yetkili makamları bir an önce harekete geçerek, yabancıların önünde Türkiye’yi küçük düşürmekte olan bu duruma bir son vermeleri gerekmektedir .

Batı emperyalizmi tarafından her yönden kuşatılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olan Ankara’nın elinden bu hakkı anayasaya aykırı olarak alınmak istenmektedir. Küresel sermayenin güdümüne teslim olmuş bir İstanbul’u Konstantinopolis’e çevirmek isteyen emperyal güçler, Atatürk’ün başkentini de ortadan kaldırarak, Anadolunun çeşitli bölgelerinde eski Bizans eyaletlerini yeniden hortlatabilmenin çabalarını göstermektedirler . Trakya,Bizans,İyonya,Pontus,Klikya ,Kapadokya gibi tarihsel bölgeleri Yeni Bizans eyaletlerine dönüştürmek isteyen hırıstıyan haçlıları , lütfedip ülkenin orta yerinde Türklere Sevr haritası doğrultusunda Anatolia adını taşıyan küçük bir eyalet bırakmayı uygun görmektedirler. Misakı Milli hudutları içinde bir üniter devleti silmeyi kafalarına koyanlar, Başkent Ankara’nın adını ve hava alanının eski ismini devre dışı bırakarak, orta Anadolu’da Türklere bırakmayı şimdiden kabul ettikleri merkezi bölgenin adını bir eyalet olarak şimdiden Anatolia olarak bütün dünyaya gelen giden yolcular aracılığı ile açıklamaktadırlar. Ankara’da hala bir Türk devleti varsa, Misakı Milli sınırları içinde eğer hala bir Türk milleti yaşıyorsa bu çarpıklığa bir an önce son verilmesi gerektiğini bilmek durumundadırlar. Bu aşamada ya gereği yapılacaktır ya da ilan edildiği üzere Yeni Bizans projesi işlemeğe devam edecektir. Karar Türk milletinin ve onun adına hareket etmesi gereken Türk devletinindir.