5 Temmuz 2018 Perşembe

200 ULUS DEVLET’TEN 2000 EYALET DEVLETİNE-"Prof Dr. Anıl ÇEÇEN" -Sosyalist bloğun tasfiyesinden sonra, bütün sosyalist rejimler teker teker yıkılmış ve bu ülkelerde yepyeni devlet oluşumları gündeme gelmiştir.

200 ULUS DEVLET’TEN 2000 EYALET DEVLETİNE 
Prof Dr. Anıl ÇEÇEN
Küreselleşme süreci bütün dünya devletleri ve halkları üzerinde giderek büyüyen bir baskı kurmakta ve bu doğrultuda, her yerde bir yeni yapılanma rüzgârı estirilmektedir. Sosyalist bloğun tasfiyesinden sonra, bütün sosyalist rejimler teker teker yıkılmış ve bu ülkelerde yepyeni devlet oluşumları gündeme gelmiştir. Sosyalizm tarih sahnesinden geri çekilirken geride çok büyük sorunlar bırakmış, azgelişmiş ülke yapıları içerisinde giderek büyüyen sorunlar ciddi toplumsal tepkilere yol açınca, federasyon tipi devletler dağılma aşamasına gelmiş, böylesine bir süreç içerisinde gündeme getirilen yeni toplumsal oluşumlar üzerinden daha farklı devlet modelleri dış güçlerin ve emperyal devletlerin baskıları ile gerçekleştirilmeğe çalışılmıştır. Küreselleşme aşamasında çeyrek yüzyıllık bir zaman dilimi geride bırakılırken, artık eskisinden çok farklı bir dünya düzeni ile insanlık karşı karşıya bırakılmıştır. Beklenmeyen gelişmelerin birbiri ardı sıra gündeme gelmesi dünya halklarını şaşırtırken, aynı zamanda devletleri de zor durumda bırakmıştır. Her devlet yapısı değişimi kavrayarak olayları izlemeğe çalışırken, küresel emperyalizme soyunan Batılı güçlerin birbirinden çok farklı projeleri devreye girmiş ve projeler arası çekişmeler hızla tırmanırken, çatışma ve gerginlikler patlama göstermiş ve bu yüzden dünya haritasının belirli merkezlerinde sıcak savaş ortamları birbirini destekleyecek biçimlerde uluslar arası konjonktürü yönlendirmiştir.

Sıcak çatışmalara varan gerginlikler dünya haritası üzerinde yeni değişiklikleri beraberinde getirirken, devlet sayısında her geçen gün artış olmuş ve Birleşmiş Milletler örgütü birbirini izleyen yıllar boyunca yeni katılım başvurularını kabul etmek durumunda kalmıştır. Bugün de halen devam etmekte olan sıcak çekişme bölgelerinden yeni devlet oluşumu girişimlerinin öne çıktığı, çatışma sonrası yeni dönemde daha farklı bir devlet yapılanması içinde yaşamak isteyen çeşitli etnik ve dinsel grupların devletlerarası düzende kendi yeni devletleri ile öne çıkmak istedikleri ve bu gibi gelişmelerin de, Batının önde gelen emperyal devletleri tarafından desteklendiği görülmektedir. Bir anlamda insanlık tarihinin yüz karası olan sömürgeciliğin böl ve yönet kuralına dayandığı bir kez daha doğrulanmakta, yeni emperyalizm olarak gelişmekte olan küreselleşme süreci, böl ve yönet ilkesine uygun olarak dünya devletleri üzerinde parçalayıcı etkiler yaratmakta ve bu doğrultuda her geçen gün yeni yeni devletler sıraya girerek dünya kamuoyunun önüne çıkmaktadırlar. Büyük Okyanus adalarında bağımsızlık ilan eden adalardan, Afrika’nın kabile savaşları yüzünden parçalanan devletlerine ya da dünyanın çeşitli kıtalarındaki ülkelerin içindeki etnik ya da dinsel çatışmaların gündeme getirdiği yerel ve küçük devletçik girişimlerine kadar, birçok yeni siyasal oluşum dünya haritasını değiştirmekte ve bu doğrultuda Birleşmiş Milletlere üye olan devlet sayısı her geçen gün yeni katılımlar ile artma göstermektedir.

Dünyanın yakın tarihi incelendiği zaman son yüz yıllarda birbirini izleyen dönemler de sürekli olarak devlet sayısını artıran gelişmelerin öne çıktığı ve küresel alanda yeni yapılanma çizgisinde birbirini izleyen yeni devletlerin dünya sahnesine çıktıkları görülmektedir. Bu açıdan şu genel değerlendirme son derece ilginçtir. Dünya 20. Yüzyıla girerken siyasal alanda 20 devlet vardır. Ne var ki, 20. Yüzyıldan çıkılırken haritada 200’den fazla devlet vardır. Bir anlamda yüzyıllık bir zaman dilimi içerisinde, devlet sayısında 10 misli bir artış olmuş ve dünya 20 devletli bir yapıdan 200 devletli farklı bir yapılanma süreci içerisine girmiştir. 20 yüzyılın tarihi yakından incelendiğinde; harita üzerindeki devlet sayısını tam 10 misli artıran siyasal gelişmelerin ortaya çıktığı görülmekte ve bunların birbirini izlemesi sonrasında, harita üzerindeki değişikliklerin Birleşmiş Milletler örgütünün üye sayısını artırdığı anlaşılmaktadır. Yirminci yüzyılın başlarında bütün dünyayı karşı karşıya getiren iki büyük dünya savaşı eski düzenleri ortadan kaldırdığı gibi beraberinde yeni siyasal oluşumları da tetikleyerek devlet sayısının artmasına giden yolu açmıştır. Milletler Cemiyeti ile başlayan evrensel yapılanma girişimleri iki cihan savaşı sonrasında Birleşmiş Milletlere dönüşünce, devlet sayısındaki artış kısa bir süre içerisinde patlama göstererek, geçmişten gelen 20 devletlik dünya düzeninin giderek 200 devletlik yepyeni bir yapıya kavuşmasına giden yolu açmıştır. Devlet sayısının yüz yıllık zaman dilimi içerisinde on misli artması, dünya dengelerini altüst etmiş ve bu yüzden yirminci yüzyıl son derece gergin bir dönem olarak insanlık tarihi içerisindeki yerini almıştır. Büyük cihan savaşlarını izleyen soğuk savaş dönemi de dünya dengelerini gerginlik çizgisine iterken, devlet sayısındaki değişmeleri ortaya çıkaracak derecede önemli yansımalar yaratmıştır.

Orta çağ sonrasında Batı Avrupa devletleri okyanuslar üzerinden dünyaya açılarak büyük sömürge imparatorlukları kurmuşlar ve İngiltere, Fransa, İspanya, Belçika, Hollanda ve Portekiz gibi okyanus kıyısındaki ülkeler oluşturdukları, altı büyük sömürge imparatorluğu çatısı altında dünyanın beş kıtasını kontrol altına almağa çalışmışlardır. Batı Avrupa devletleri sonrasında Orta Avrupa’da ulusal birlik oluşumlarının tamamlanmasıyla Avrupa’daki devlet sayısında artışlar ortaya çıkmış ve bu yüzden de Avrupa kıtasında savaşların sonu gelmemiştir. Altı büyük sömürge imparatorluğu yirminci yüzyıla girerken bütün dünya kıtaları üzerindeki baskı yönetimlerini korumak için yeni girişimlere kalkışmışlar ve bu sürecin sonucunda dünya birbiri ardı sıra iki büyük cihan savaşı yaşamak zorunda kalmıştır. Yüz milyon insan bu yüzden ölmüş ve bu olumsuz gelişmelere tepki olarak, insanlık bir büyük uluslar arası örgütün çatısı altında bir araya gelerek üçüncü dünya savaşını önlemek üzere seferber olunca Birleşmiş Milletlere giden yol açılmış ve böylesine bir üst düzey yapılanma da dünyanın yeni bir düzene girmesini sağlamıştır. İki büyük savaş ile Batı Avrupa ülkelerinin sömürge imparatorlukları dağılma sürecine girmiş, Doğu Avrupa’da yer alan, Rus Çarlığı, Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan Krallığı gibi üç büyük imparatorluk çökerek dağılma içine girmiş ve bu gibi gelişmelerin sonucunda da devlet sayısı birbirini izleyen bir çizgide sürekli olarak artmıştır. Yirminci yüzyıla 20 devlet ile giren dünya, iki büyük savaş sonrasında devlet sayısını beş misli artırarak yüz küsur devletlik bir dünya haritasının ortaya çıkmasını sağlayan çeşitli gelişmeler ile karşı karşıya kalmıştır.

Batı Avrupa ülkeleri dünya savaşlarında güçten düşerek zayıflayınca, yirminci yüzyılın başlarından itibaren ulusal kurtuluş savaşları dönemi başlamış ve dünyanın bütün kıtalarında Batı Avrupalı sömürgecilere karşı, dünya halkları bulundukları ülkelerinin bağımsızlığı doğrultusunda mücadelelere kalkışmışlardır. Beş yüz yıllık sömürgecilik yirminci yüzyılda sarsılmağa başlayınca, sömürgelerde uzun süre beraber yaşayan halk toplulukları zaman içerisinde ortak dil ve kültür geliştirerek uluslaşma aşamasına gelmişler ve bu noktadan sonra da ulusal kurtuluş savaşları vererek uluslaşma süreci içine girmişlerdir. Sömürgelerin uluslaşması yirminci yüzyıl aşamasında tamamlanırken, iki büyük dünya savaşı da eski sömürgelerin bağımsız devletlere dönüşmesine giden süreci başlatmıştır. Birleşmiş Milletler gibi bir uluslar arası örgütün kurulmasıyla beraber tüm eski sömürgeler böylesine büyük bir evrensel yapılanma içerisinde diğer devletler ile beraber eşit koşullarda üye olarak yer almak istemişler ve böylece 20 devletten 2000 devlete giden dönem başlamıştır. Dünya savaşları büyük kayıplara neden olurken bütün dünyayı sarsmış ve dünya halkları daha güvenli bir ortam içerisinde yaşayabilmek üzere kendi bağımsızlık savaşlarını başlatmışlar, bu doğrultuda Batılı emperyal devletlere karşı savaşarak bağımsız devletlerini kurma hakkını elde etmişlerdir. Birleşmiş Milletler uygarlığın bir birikimi olarak barışın ve güvenliğin yeni adresi olarak ortaya çıkınca, yeryüzünün bütün kıtalarındaki halk toplulukları bu çatının altında kendi bağımsız devletlerini kurarak eşit koşullarda var olabilme yolunu seçmişlerdir. Sömürge yönetimlerinin yetersiz kalması, Batı Avrupa ülkelerinin savaş sonrasında zayıflaması da, sömürgelerin uluslaşmasına katkıda bulunmuş, uluslaşma hızlanınca arkadan ulusal kurtuluş savaşları gelmiş ve sonrasında da ulus devletler birbirini izleyerek tarih sahnesine çıkmışlardır.

Birinci Dünya Savaşının sonunda dünyanın merkezi bölgesi olan Anadolu’da Mustafa Kemal’in öncülüğünde Türk ulusunun büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vermesi, dünyanın bütün mazlum uluslarına ve sömürge devletlerine örnek olmuştur. Daha sonraki aşama da tüm dünyanın uyanan halkları, Batı emperyalizminin sömürge çarkını kırarak bağımsızlık mücadelelerine kalkışmışlar ve böylece, Birleşmiş Milletlere üye olan devlet sayısı sürekli olarak artma göstermiştir. Atatürk’ün Anadolu’da yakmış olduğu bağımsızlık meşalesi bütün Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri için olumlu bir emsal meydana getirince, yirminci yüzyıl bir anlamda bağımsızlık savaşları dönemi olmuştur. Endonezya’dan Libya’ya, Cezayir’den Hindistan’a kadar geniş alanlarda başlatılan ulusal kurtuluş savaşlarında tüm ulusal kurtuluşçular yakalarında Atatürk rozetleriyle Batı emperyalizminin getirmiş olduğu kölelik düzenine karşı mücadele vermişler, sonunda Mustafa Kemal’in Türkiye’si gibi onlarda bağımsızlıklarını kazanarak Birleşmiş Milletler camiası içinde eşit üye olarak onurlu yerlerini kazanmışlardır. Atatürk’ün Türk ulusu ile Batı emperyalizmine meydan okuyan çıkışı, bütün üçüncü dünya devletlerinin bağımsızlığa yönelen ulusal mücadelelerinin öncüsü olmuştur. Türkiye’nin başarısı, üçüncü dünyanın Batı emperyalizmine karşı direnişinin ve bu doğrultuda bağımsızlığa yönelişinin simgesi olmuştur. Emperyalizme karşı verilen ilk ulusal kurtuluş mücadelesi Anadolu’da zafere ulaşınca, yeryüzü kıtalarındaki dünya halklarının bağımsızlığa giden yolu açılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk bu açıdan da dünya tarihini etkileyen ve yönlendiren bir ulusal önder olarak yirminci yüzyılda dünyanın geleceğini belirlemiştir. Emperyalizmin yolunun Anadolu’da kesilmesiyle beraber, üçüncü dünya ülkelerinin bağımsız devletler olma dönemi başlamıştır.

Yirminci yüzyıl içinde üç kuşak demokratikleşme dönemi ortaya çıkınca her dönemde büyük imparatorluklardan kopmalar gündeme gelmiş ve demokratikleşme sayesinde imparatorluklar dağılırken, ulus devletler tarih sahnesine çıkmışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasında, bazı büyük imparatorluklar dağılınca birçok devlet bağımsız olmuştur. Eski Osmanlı hinterlandından yirmiden fazla devlet tarih sahnesine çıkmış, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dağılınca Balkanlar’da birçok küçük devlet bağımsızlığını kazanmış ve böylece devlet sayısı kısa bir dönem içinde birkaç misli artarak elliyi geçmiştir. İkinci dünya savaşı sonrasında Birleşmiş Milletlerin devreye girmesiyle beraber de, Batı Avrupalı sömürgecilerin zayıflamasından yararlanan büyük sömürgeler bağımsız devlet olmak üzere bu örgüte başvuruda bulunmuşlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetler Birliği’ne karşı hür dünyanın önderi görünümünde ortaya çıkan yeni sömürgeci güç Amerika Birleşik devletleri, sömürgeler üzerinden dünya kıtaları üzerinde sürdürülmek istenen Batı Avrupa hegemonyasının önünü kesmeğe yönelince, ABD desteği ile Avrupa’nın bütün sömürgelerine bağımsız devlet olma hakkı tanınmıştır. Böylece Avrupa merkezli dünya düzenine son verilerek, ABD merkezli yeni bir dünya yapılanmasına doğru geçiş yapılmıştır. Birleşmiş Milletlerin merkezinin New York’ta açılması, uluslar arası ilişkilerde ABD’nin öne geçmesini sağlamış ve böylece, dünya merkezi Atlas okyanusunun doğu kıyısından batı kıyısına doğru bir geçiş yapmıştır. Bütün sömürgelerin yöneticileri Birleşmiş Milletler kapılarında hak ararken, ABD’ye gelmek zorunda kalmışlar ve böylece Avrupa’dan bağımsız olmak isterken , Birleşmiş Milletler üzerinden yeni süper güç olarak ortaya çıkmış olan Amerika Birleşik Devletlerinin kucağına düşmüşlerdir. ABD Birleşmiş Milletleri kullanarak Avrupa sömürgelerini siyasal ve hukuksal anlamda bağımsızlığa yöneltmiş ama daha sonraki aşamada küresel ekonomi uygulamaları ile bu eski sömürgeleri yeniden kendine bağımlı sömürgeleştirme işine kalkışmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerdeki faşist yönetimlerin sona erdirilmesiyle beraber başlayan ikinci demokrasi rüzgârları içerisinde eski sömürgelerin büyük çoğunluğu bağımsızlıklarını kazanarak Birleşmiş Milletler üyesi olmuşlardır. Böylece kısa bir zaman dilimi içerisinde bağımsız devlet sayısında birkaç misli artış görülmüş ve harita üzerinde bağımsız devlet sayısı 150’nin üzerine çıkmıştır. Birinci kuşak demokratikleşme imparatorlukların dağılması sonrasında devlet sayısını artırırken, ikinci kuşak demokratikleşme de ikinci dünya savaşı sonrasında sömürgelerin bağımsız devlet olarak tanımasıyla tamamlanmıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünyayı saran soğuk savaş rüzgârları, bir yanda Rusya’nın öncülüğünde Sovyetler Birliği’nin etki alanının artırırken, diğer yandan eski Avrupa sömürgelerinin bağımsız devlet olmasından yararlanan ABD’nin önünü açmış ve bu yüzden bağımsızlık sözde kalmış, yeni Birleşmiş Milletler üyesi devletler üzerinde ABD yeni süper güç olarak giderek artan bir etki ve baskı gücüne sahip olmuştur. Sovyet bloğunun öcü diye kullanan ABD, bu soğuk savaş gerginliğinden yararlanarak ve yeni bağımsız devletler üzerinde hegemonyasını artırarak dünyanın yeni patronu olmağa soyunmuştur. Devlet sayısının artması bir yandan Avrupa hegemonyasını azaltırken, bunun yerine Amerikan hegemonyasının genişlemesine yol açmıştır. İki kutuplu soğuk savaş dönemi bu açıdan ABD emperyalizminin Sovyet korkusunu kullanarak bütün dünyaya egemen olabilmesine katkı sağlamıştır. Geleceğe dönük emperyal projeler hazırlanırken, böylesine durumlar planlanarak uygulama alanına aktarılmıştır. Bu doğrultuda Birleşmiş Milletler yapılanması, ABD etkisinin artırılmasında ve dünya kıtaları üzerinde yaygınlık kazanmasında elverişli bir ortam yaratmıştır. Ne York’a Birleşmiş Milletler için giden dünya ülkeleri, arkadan bir saatlik mesafe içinde bulunan Washington’a da uğrayarak, yeni dönemde ABD ile ilişkileri geliştirebilmenin arayışı içinde olmuşlardır.

Yirminci yüzyılda yaşanan üçüncü demokratikleşme kuşağı, soğuk savaş sonrasında gündeme gelmiştir. Bu aşamada Sovyetler Birliği dağılırken, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği gibi bir dev konfederasyonun dağılması sonrasında on beş devlet, Yugoslavya Federasyonu dağılmasıyla sonrasında yedi devlet daha bağımsızlığını kazanmış, Çekoslavakya ikiye bölününce Slovakya devleti bağımsız olmuş böylece bağımsız devlet sayısı üçüncü kuşak demokrasi dalgasında iki yüzü bulmuştur. Dünya sosyalist sistemin çöküşü ile uğraşırken, Batı emperyalizmi ABD üzerinden küreselleşme sürecini başlatmış ve böylece soğuk savaş sonrasında estirilen demokrasi rüzgârları Batı emperyalizmi tarafından giderek artan bir doğrultuda desteklenince, dağılma ve çözülme havası devam ettirilmiş ve bu doğrultuda demokrasi rüzgârları üzerinden küreselleşme dönemi içerisinde de dağılma ve çözülmeye giden yollar desteklenerek, var olan devlet yapıları içerisinden yeni küçük devletçiklerin çıkması sürekli olarak desteklenmiştir. Birleşmiş Milletler çatısı altında kurulmuş olan devletsiz halklar bölümü, özellikle ABD merkezli politikalar doğrultusunda güçlendirilerek, dünyanın her bölgesinde yaşamakta olan halk topluluklarının zaman içerisinde kendi devletlerini kurarak varlıklarını sürdürebilmeleri, bir insan hakkı olarak gündeme getirilmiştir. Böylesine bir siyasal yaklaşım, insan hakları gibi kutsal bir kavramın tamamen siyasal ve emperyal amaçlar doğrultusunda kullanılmasına giden yolu açmış, yeni dönemde bütün etnik ve dinsel toplumların devletleşerek varlıklarını daha güçlü bir doğrultuda uluslar arası alana yansıtabilmelerine emperyalist merkezler destek sağlamışlardır. Sosyalist sistemin kalkması, soğuk savaşın sona ermesi ve küreselleşme aşamasına geçilmesiyle beraber, batıdan emperyal çizgide estirilen yeni demokrasi rüzgarları , var olan devlet yapılarının birlik ve bütünlüğünü tehdit edecek bir doğrultuda hızla gelişmeler gösterince devlet sayısını artırabilecek yeni siyasal oluşumlar birbiri ardı sıra dünya gündemindeki yerini almıştır. Koskoca Konfederasyonları ya da federasyonları dağıtan üçüncü kuşak demokratikleşme rüzgarı, yeni dönemde küresel sermayenin güdümüne girmiş olan Amerikan emperyalizminin desteğinde, artık ulus devletleri karşısına alarak bu tür siyasal düzenlerin birliğini ve bütünlüğünü tehdit etmeğe başladığı görülmüştür.

Küreselleşme olgusu batının emperyal baskılarıyla dünya gündeminin ana oluşumu olarak öne geçince, küresel sermaye ile ulus devletler karşı karşıya kalmışlardır. ABD ve NATO üzerinden bütün dünyaya egemen olmak isteyen küresel sermaye, kendi denetimi altındaki küreselleşme süreci ile tüm ulus devletleri küçültmeyi ve böylece kendi hegemonyasına karşı çıkabilecek ya da direnebilecek büyük yapıda devletlerin tümünü ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Böylesine büyük bir hegemonya planı küresel sermaye ile bütün devletleri karşı karşıya getirmekte ve bu doğrultuda emperyal bir devlet olarak kullanılan Amerika Birleşik Devletlerinin birlik ve bütünlüğünü de tehdit etmektedir. Küresel dönemde geçen çeyrek asırlık zaman dilimi sonrasında Amerikan eyaletlerinde de merkeze karşı çıkan, federal merkezin denetimi dışına çıkarak bağımsız hareket etmek ve devlet olmak isteyen gelişmeler birbirini izlemektedir. Utah eyaleti bir Mormon devletine dönüştürülürken, Kaliforniya eyaleti dünyanın dördüncü zengin devleti ilan edilmekte, Teksas eyaleti ise çay partileri ve mitingleri ile yeniden eskisi gibi bağımsız devlet olmağa doğru yönelmektedir. Kuzey eyaletleri Kanada ile bütünleşmeğe giderken, güney eyaletleri de yeniden Meksika ile birleşebilmenin yollarını aramaktadır. Bir anlamda küresel sermayenin hegemonyasına alet olan ve bu doğrultuda, büyük patronların küresel imparatorluğu doğrultusunda kullanılan Amerika Birleşik Devletlerinin küreselleşme dönemi içinde kendi birlik ve bütünlüğünü korumakta giderek zorlandığı, dışarıda emperyalizm için koştururken içeride dağılma ve çöküş aşamasına doğru sürüklendiği görülmektedir. Böylesine olumsuz bir gidiş önlenemezse, Amerika Birleşik Devletlerini bir federasyon çatısı altında bir araya gelerek oluşturan bütün eyaletlerin kendi başlarının çaresine bakma doğrultusunda hareket ederek elli eyaletin bağımsızlaşmasıyla, bağımsız devletler sayısına elli adet yeni oluşumun ekleneceği görülmektedir. Elli eyaletten elli ayrı devlete geçiş ABD’yi devlet olmaktan çıkararak tasfiye edeceği gibi, küreselleşmeyi de sahipsiz bir oluşum olarak ortada bırakarak bütün dünyayı yeni bir kaos ortamına sürükleyebilecektir.

Yirminci yüzyıla 20 devlet ile giren ama üç kuşak demokrasi dalgası ile 200 devlet ile çıkan dünya, yirmi birinci yüzyıldaki küresel demokrasi rüzgârları ile yeni devlet oluşumlarına doğru sürüklenmekte ve dış destekli girişimler ile bütün etnik ve dinsel gruplara kendi devletlerini oluşturma yolu açılmağa çalışılmaktadır. İngiltere’de İskoçlar, Galliler, Fransa’da Korsikalılar ve Oksidanlar, İspanya’da Basklar ve Katalanlar, Almanya’da Bavyeralılar, Türkiye’de Kürtler, İran’da Beluciler, Pakistan’da Paştunlar, Hindistan’da Sihler, Çin’de Tibetliler ve Mançuryalılar, Rusya’da Karelyalılar, Kafkasya’da Çeçenler ve Çerkezler, Belçika’da Valonlar ve Flamanlar, Mali’de Tuaregler, Mısır’da Kıptiler, Suriye’de Yezidiler, Yunanistan’da Giritliler, Bulgaristan’da Çingeneler, İsveç’te Samiler kendi devletlerini kurmaları yolunda Batılı merkezler tarafından kışkırtılarak desteklenmekte ve küresel sermayenin dünya hegemonyası doğrultusunda içinde bulundukları ulus devletleri parçalamaları doğrultusunda yeni siyasal oluşumlara doğru yönlendirilmektedirler. Böylece, küresel sermaye dünya imparatorluğunu kurma doğrultusunda devletsiz toplulukları kışkırtarak kendi devletlerini kurmaları doğrultusunda desteklemekte, Birleşmiş Milletler devletsiz toplumlar örgütlenmesi de bu yönde devreye girerek uluslar arası alanda da yeni devletlerin oluşumunu kolaylaştıran ve destek sağlanan yeni bir yapılanma her yönden devreye sokulmaktadır. Böylece bağımsız devlet sayısı günümüzde çeşitli bölgelerdeki etnik ve dinsel gruplaşmalar ve bu doğrultudaki siyasi oluşumlar doğrultusunda 200’den 250’ye doğru bir tırmanış göstermekte ve bu nedenle de bütün ulus devletler ciddi bir parçalanma ve dağılma riski ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

Para babaları ve büyük patronların kurmuş olduğu finans kapital imparatorluğunun çıkarları doğrultusunda, şirketler küresel düzeyde büyüyerek devleşirken, ulus devletler de kendi içlerindeki etnik ve dinsel sorunlar ile boğuşmağa doğru sürüklenmekte ve bu yüzden, devletler tekelci büyük şirketlere karşı kendilerini koruyamaz bir konuma iteklendikleri gibi, küresel sermayenin güdümündeki basın ve medya organları ile siyasal kadrolar üzerinden de yeni oluşumlara doğru açıkça zorlanmaktadırlar. Var olan ulus devlet yapıları iç karışıklıklara ve kavgalara doğru sürüklenirken, uluslar arası sermaye bütün devletlerin zenginliklerine, yer altı kaynaklarına ve bütünüyle ekonomilerine el koyarak piyasa üzerinden bir dünya hegemonya düzeni kurmakta ve bu doğrultuda şirketler büyüyerek devleşirken, devletler de etnik ve dinsel iç kavgalara sürüklenerek parçalanmağa ve çöküşe mahkûm edilmeğe çalışılmaktadır. Devleşen şirketler arasında tekelcilik kavgası çok büyük ekonomik kuruluşların çöküşünü beraberinde getirirken, rekabet ve mücadele şansını kaybeden büyük şirketler de çok ucuz fiyatlara ve yok pahasına Batılı dev firmaların eline geçmektedir. Özelleştirme görünümü altında ulus devletlerin ekonomilerine el konurken, ekonomi üzerinden bu devletlerin çökmesine ve dağılarak parçalanmasına giden yollar açılmakta ve bu doğrultuda hem etnik gruplar hem de işbirlikçi çizgide oluşturulan yeni dini gruplar ve cemaatler, taşeron ya da Truva atı olarak kullanılmakta ve bir anlamda bu alt yapıların içinde bulundukları devlet düzeninin çökertilmesinde ihanet etmesine giden bir süreç kasıtlı olarak desteklenmektedir. Alt yapılar üst yapıların tasfiyesinde kullanılırken, küresel sermayenin bütün olanakları işbirlikçi alt yapıların üst yapıları yıkmalarında destek olarak kullanılmaktadır. Büyük şirketlerin tekelleşme ile sayıları giderek artarken, etnik ve dinsel sorunlar ile dağıtılan ulus devletlerin sayıları da azalmakta ve ortaya çıkan yeni etnik ya da cemaatçi devlet yapılanmaları devlet sayısını artırmağa devam etmektedir. Mormon tarikatının ABD’nin Utah eyaletinde oluşturduğu ayrı devlet yapısı, Orta Doğunun İslam ülkeleri için örnek gösterilmekte, bu doğrultuda Sünni, Alevi ya da Şii cemaatleşmelere ayrı devlet olma yolu açılmak istenmektedir. Irak’ta başlatılan bu süreç, Suriye üzerinden bölgeye yayılmak istenmekte ve tüm İslam coğrafyasının birliği ve bütünlüğünün önlenmesi yolunda yeni oluşturulan işbirlikçi cemaatler üzerinden dini eyalet devletçikleri merkezi coğrafyada ortaya çıkarılmağa çalışılmaktadır. Böylesine bir yapının oluşturulabilmesi için, Avrupa’da bin yıl sürmüş olan din kavgası ya da mezhepler çatışması, İsrail destekli politikalar ile Orta Doğu ülkelerinde yaygınlaştırılmak istenmekte Aleviler ile Sünniler çatıştırılmağa çalışılırken, yeni oluşturulan işbirlikçi cemaatler üzerinden eski cemaatlerin Batı karşıtı antiemperyalist tutumları aşılmağa çalışılmaktadır.

Küresel emperyalizm döneminde öne çıkan küresel demokrasi rüzgârlarının bütün ulus devletleri hedef aldığı ve bunları ortadan kaldırılması için etnik ve dinsel grupların yerel ve küçük devletçiklere dönüştürülmesiyle bir büyük küresel planın devreye sokulduğu anlaşılmaktadır. Bu planda devlet sayısının 200’den 2000’e çıkartılması hedeflenmekte, devletsiz toplumlara devlet olma hakkı getirilirken, devlet sayısını daha da üst düzeylere çıkartarak büyük devletleri ve ulusal yapıları parçalamak için mikro milliyetçilik akımları üzerinden mikro devletçilik doğrultusunda eyalet devletçiklerinin ortaya çıkarılmağa çalışıldığı gözlemlenmektedir. Böylece, yirmi birinci yüzyıla girerken 200 olan devlet sayısının bu yüzyıldan çıkarken 2000 sayısına ulaşmasının gerçekleştirilmeğe çalışıldığı ortaya çıkmaktadır. Küresel emperyalizmin patronu konumundaki finans-kapitalin para babaları bu yüzden ulus devletlere düşmanlık yapmakta, ulus devletlerin dağıtılarak, yerel ve küçük siyasal oluşumlar üzerinden eyalet devletçiklerinin yaratılmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır. Mızrak’ın çuvalda saklanamayacağı bir aşamaya gelindiği için, artık görünen köy kılavuz istememekte, küresel şirketler ile ulus devletlerarasında ciddi bir çekişme ortamına girilmektedir. Bu gerginlik döneminde, Amerikan devletini ve onun askeri aygıtı olan NATO’yu emperyalizmin çıkarları doğrultusunda kullanmaktan çekinmeyen büyük patronlar, Siyonist lobilerin araya girmesi ve müdahaleleri ile amaçlarını gerçekleştirebilmek üzere bir üçüncü dünya savaşını bile göze alabileceklerini açıkça ifade etmektedirler. Bütün dünya devletleri ile beraber Amerikan devleti de küresel saldırının karşısında dağılma ve çökme ihtimali ile karşı karşıya bulunmaktadır. ABD’yi ve NATO’yu yöneten kesimlerin böylesine bir vahim tablo gerçeğini görerek hareket etmelerinde ve kaos ortamıyla bir üçüncü dünya savaşı riskini hesap ederek, daha dengeli ve adil yeni bir dünya düzeni için çaba sarf etmelerinde dünyanın ve insanlığın güvenliği açısından acil zorunluluk vardır.

Küreselleşme akımının öncülerinden olan ve bunun ideolojisini çeşitli yapıtlarıyla ortaya koyan ABD’li gelecek bilimcisi JOHN NAİSBİTH’in 1994 yılında Türkiye’de de yayınlanmış bulunan “GLOBAL PARADOKS“ isimli kitabı, yeni dünya düzeninde dünyanın 200 devletli bir yapıdan 2000 devletli, yeni bir düzene geçeceğini açıkça ortaya koymaktadır. JOHN NAİSBİTH, bu kitabında, 200 devletin az olduğunu dünyanın yeni bir düzene kavuşabilmesi için en az 2000 devlete ihtiyacı bulunduğunu kesin olarak dile getirmektedir. Ona göre 200 devletli bir dünyada devlet yapıları büyük olduğu için şirketlerin önünü kesmekte ve halkların çıkarları ve hakları doğrultusunda ulus devletlerin şirketlere sınırlama getirdiğini dile getirdikten sonra, 2000 devletli bir dünyada ulus devletlerin ortadan kalkacağını, büyük devletlerin tasfiye edildiği için şirketlerin önünde halkların ya da ulusların çıkarları doğrultusunda direnen devlet yapılarının artık direnemeyeceğini vurgulayarak, bir an önce dünyanın 200 devletten 2000 devletli bir yeni düzene geçmesi gerektiğini hiç çekinmeden bütün dünya devletlerini ve halklarını karşısına alarak şımarık bir üslup içerisinde söylemektedir. Kitabının adı olarak seçmiş olduğu global paradoks kavramı üzerinde duran Naisbith, dünyanın ancak yerelleşerek küreselleşebileceğini anlatırken, küresel bir imparatorluğun kurulması doğrultusunda yerelleşmenin öncelikli olarak gerçekleştirilmesi gerektiğini dile getirmekte ve ortada kalan ulus devletlerin bir an önce tasfiye edilebilmesi için yerelleşme üzerinden küçük devletçiklerin oluşturulmasını ve bunların gelecekte kurulacak bir büyük dünya devletinin ya da Dünya Federasyonunun eyaletleri olacağını hiç çekinmeden yazabilmektedir. Bu kadar açıkça ortaya konmuş olan küresel imparatorluk projesinin gerçekleşebilmesi için 200 ulus devlet engel olarak görülmekte ve bu büyük engelin aşılabilmesi doğrultusunda 2000 eyalet devlet ile sorunun çözülebileceği “GLOBAL PARADOKS “isimli kitapta vurgulanmaktadır. Küçük yerel ve eyalet devletlerin çatısı altına girecek halk toplulukları, büyük ulusal yapıları parçalayacağı için küresel patronların imparatorluğunun kurulmasında taşeron olarak kullanılmaktadırlar.(*)


Küreselleşmenin ilk başladığı yıllarda Birleşmiş Milletler genel sekreteri olan Mısırlı Kıpti Hıristiyan BUTROS GALİ bir konuşmasında, önce mikro milliyetçilik döneminin yaşanacağını ve bu dönem bittikten sonra makro devletçilik aşamasına geçileceğini bir resmi konuşmasında açıkça dile getirmekten çekinmemiştir. Kısaca küresel emperyalizmin tanımı olan, önce mikro milliyetçilik ve daha sonra da makro devletçilik olgusuna günümüzde bütün dünya teslim edilmek istenmektedir. Büyük devletler, ulus devletler, ulusal yapılar ve geçmişten gelen güçlü yapılanmaların hepsi toptahnmikro milliyetçilik akımları ile dağıtılmak istenmekte, yaratılacak parçalanma sonrasında, 200 büyük devlet ya da ulus devlet yerine 2000 küçük devletçik ile yola devam edilmeğe çalışılmaktadır. Bu yönde bütün uluslar arası kuruluşlar ele geçirilmekte ve dışarıdan estirilen yoğun küresel demokrasi rüzgârları ile mikro milliyetçilik akımları aracılığı ile büyük uluslar tarihin derinliklerine gömülmeğe çalışılmaktadır. Oynanan büyük oyun belli olduğuna göre artık herkes safını belirlemek ve buna göre hareket etmek durumundadır. Önümüzdeki dönemde, 500 çok uluslu tekelci küresel şirketler ile 200 ulus devlet arasında sıkı bir çatışma dönemi yaşanacaktır. Bu noktada ulus devletlerarasında yakınlaşma ve dayanışma zorunlu olacaktır. Küresel sermaye bu savaşı kazanabilmek için bir üçüncü dünya savaşı çıkartarak, uyanmış olan ve kendini koruma noktasında daha hazırlıklı bir konuma gelen ulus devletlere fırsat tanımak istememekte, bütün geri dönüş yollarını bir kıyamet senaryosu ile kapatarak, 700 tane patronun çıkarı için 7 MİLYAR insanı teslim almağa çalışmaktadır. Uygarlığın bugün gelmiş olduğu yeni aşamada artık hiçbir komplo ya da gizli senaryo insanlığın geleceğini tehlikeye atamaz ve de atmamalıdır. 7 MİLYAR insan bir araya gelerek ve kenetlenerek dünyanın geleceğine sahip çıkabilmeli, bir avuç patronun çıkarları uğruna dünyanın geleceğini kaosa sürükleyen hiçbir senaryoya geçit vermemelidir. Dünya artık gizli kapılar arkasında değil ama 7 MİLYAR insanın önünde yönetilmelidir. Küresel sermayeye teslim olmuş onların taşeronu konumundaki basın ve medya organları ile işbirlikçi siyasal kadrolar bu gibi çıkar oyunlarına alet olmamalıdırlar. Uluslar 200 ulus devlete sahip çıkmalı, yenidünya düzeninin ulus devletlerin dayanışmasıyla oluşturulabilmesi için alternatif bir küresel planı devreye sokabilmelidirler. Uluslar arası finans kapitalin çıkarları uğruna mikro milliyetçilik ile toplumların birbirini boğazlamasına izin verilmemeli, patronların çıkarları uğruna 2000 eyalet devleti oluşumunun önüne geçilebilmelidir. Dünya 2000 eyalet devleti ile parçalanarak bir Global Paradoks planı doğrultusunda yeniden yapılanmamalı ama 200 ulus devletin sırt sırta vererek kardeş kavgasını önlediği, yeni bir devletlerarası dayanışma platformu ile emperyal küreselleşmeye karşı solidarist-dayanışmacı küreselleşmeyi gündeme getirebilmelidir. Bu doğrultuda yepyeni bir Birleşmiş Milletler hareketinin devreye girmesi gerekmektedir. Kendisi de parçalanma sürecine girmiş olan Amerika Birleşik Devletlerine yeni dönemde küresel sermayenin oyuncağı olmaktan çıkarak, dünya barışı için devletlerarası dayanışma düzeni oluşturulması doğrultusunda yeni bir öncülük görevi düşmektedir. ABD, devlet olarak Birleşmiş Milletler çatısı altındaki tüm devletleri ortak harekete yönlendirebilmeli, İsrail ve küresel sermaye ipoteğinden kurtularak, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Almanya, Fransa, Japonya, Avustralya ve İngiltere gibi büyük devletlerin bir arada oluşturacağı yeni Güvenlik Konseyi oluşumu ile acil dünya barışına geçişi sağlamalıdır. Saat 12’ye 5 var. Saat 12’ye gelmeden ve bir büyük dünya savaşı merkezi coğrafya da ortaya çıkmadan acil dünya barışı için küresel emperyalizm programı devre dışı bırakılmalı, her yerde kaos yaratan 2000 eyalet devleti oluşumu süreci daha fazla zaman yitirmeden durdurulmalıdır. Suriye’de son dönemde yaşananlar ve 5 eyalet devleti oluşturma çabaları, açıkça bu durumu kanıtlamaktadır. İnsanlık tarihten ders alarak varlığını koruyabilecektir. Yeni devletçikler yaratmadan var olan devletlerin dayanışmasıyla dünya barışı sağlanabilmelidir.
(*) JOHN NAİSBİTH – GLOBAL PARADOKS, SABAH yayınları, İstanbul 1994, s.1-37

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder