1 Haziran 2018 Cuma

İÇİ BOŞALTILAN BAŞKENT: ANKARA "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" - Hukukçu, Araştırmacı-Yazar, Avukat: Prof. Dr. Anıl Çeçen

İÇİ BOŞALTILAN BAŞKENT: 
ANKARA

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

Başbakanlık ofisinin İstanbul'a taşınması, Dolmabahçe Sarayı'nın Başbakanlığa devri, Meclise bağlı olan sarayların, Başbakanlığa devredilmek istenmesi gibi başkenti Ankara'dan İstanbul'a kaydırma girişimleri hızla devam ediyor. Ankara merkezli bankalar yabancılara satılarak ya da İstanbul'un gündemindeki yönetimlere devredilerek, yeni Bizans projesi doğrultusunda İstanbul'a genel müdürlüklerini taşıyorlar. Devlet bankalarının da İstanbul'a taşınmaları ile ilgili girişimler belirli bir program dâhilinde yürütülüyor. Ankara'nın ekonomi olarak içi boşaltılmakta ve bütün bankacılık sektörü devletin denetiminin dışına çıkarılmaktadır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın merkezî, Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara tarihin her döneminde olduğu gibi her şeyin bittiği bir aşamada Anadolu insanın ve umudu olabilmiştir. Bizans ve Osmanlı İmparatorluğunun bin yıllık başkenti olan İstanbul'un Birinci Dünya Savaşı ile birlikte bitmesi, teslim olmasıyla beraber, batının ileri gelen emperyalist güçleri, Türkiye'yi teslim almaya gelmişlerdir. Önce 1915 yılında Çanakkale önüne gelerek içeri girip, o dönemin başkenti olan İstanbul'u işgal etmek istemişler ama, Atatürk'ün önderliğindeki Türk insanı Çanakkale'nin geçilmez olduğunu açıkça onaya koymuşlardır. Yüz binlerce genç insanımız Çanakkale önünde şehit olmuş ama dünyaya egemen olmak isteyen İngiltere ve Fransa gibi batının önde gelen emperyalistleri geri dönmek zorunda kalmışlardır. Çanakkale zaferine rağmen Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşının yenilen devletleri arasında yer alınca bu kez İngiliz donanması gelerek boğazları geçmiş ve başkent İstanbul'u işgal etmişlerdir. Bu aşamada İstanbul’un adı “teslim olan başkent” anlamında Mütareke İstanbul’udur. İstanbul koskoca bir imparatorluk merkezi olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki İngiliz işgaline direnmemiş ve silahları terk ederek Mondros mütarekesi doğrultusunda teslim olmuştur. Altı asırlık koskoca bir imparatorluk bitince merkezin direnmemesi nedeniyle bütünüyle bir teslim olgusu gündeme gelmiş ve bu doğrultuda Bizans’ın çöküşünde olduğu gibi Osmanlı'nın çöküşünde de İstanbul yene testim olmuştur.

Bu aşamadan sonra artık silahlan terk eden ve düşmana teslim olan İstanbul'un adı Mütareke İstanbul'udur ve imparatorluğun geri kalan toprakları düşman askerlerinin işgaline hedef olmakladır. Altı yüzyıl dünyanın ortasında bir büyük alanı yöneten İmparatorluğun Türk asıllı halk çoğunluğu, başkent İstanbul’un teslim olmasına karşılık bu duruma isyan ederek ayaklanmış ve bu aşamadan sonra Anadolu'da bir Kuvayi Milliye mücadelesi başlamıştır. İngilizlere teslim olan padişah yönetimine karşı Anadolu Türk halkı silahlara bırakmamış, dünya savaşından sonra ikinci kez bir savaşa kalkışarak bu kez de ulusal kurtuluş mücadelesine kalkışmıştır. İstanbul'un doğasında var olan teslimiyetçiliği bir türlü Anadolu insanı kabul edememiş, son Osmanlı Meclisinde ilân edilen Misakı Milli andı doğrultusunda milli sınırların içinde kalan vatan topraklarını kurtarabilmek üzere ulusal kurtuluş mücadelesine başlanmıştır. Anadolu'nun her bölgesinde ortaya çıkan direniş hareketleri kısa zaman içerisinde Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkmasıyla ulusal önderini bulunca, dağınık ve başıbozuk direniş hareketleri zaman içerisinde örgütlü bir mücadeleye dönüşmüştür. Önce doğu Anadolu daha sonra da bütün ülkenin bütünleşmesi kongreler ile tamamlanınca yeni siyasal oluşumun bağımsız bir devlet aşamasına gelmesi yeni başkentin Ankara'da kurulmasıyla tamamlanmıştır. Ankara'nın başkent oluşu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu merkezde açılmasıyla beraber bağımsız Türkiye Cumhuriyetine giden yolda önemli bir adım atılmıştır.

Atatürk yüz yılların ağırlığı ile çökmüş, kokuşmuş, çürümüş, gayri millî sermayeye teslim olmuş, emperyalist devletleri ile işbirlikçiliğe yönelmiş gayrimüslimlerin etkin olduğu İstanbul'u yeniden hiçbir zaman başkent olarak düşünmemiştir. Bizans’tan gelen kozmopolit yapısı nedeniyle bir ulus devlete başkentlik yapamayacak kadar karışık bir nüfusa sahip olan İstanbul, tarihin tozlu sayfaları içine bırakılırken, Anadolu'da yeni doğan devletin genç başkenti olarak Ankara seçilmiştir. Sivas'ın batı Anadolu'ya uzak kalması. Kayseri’nin eskiden gelme gayrimüslim sermayenin merkezi olması, Konya'nın din çevrelerinin toplandığı bir kent olması nedenleriyle, Mustafa Kemal Orta Anadolu'da eski kentleri değil ama genç ve yeni bir kenti başkent seçmiştir. Ankara'nın başkent oluşu bu doğrultuda gündeme gelmiştir. Ayrıca Ankara'nın kara ve demir yollan üzerinde kurulu bulunması, ulaşım kolaylığı gibi imkânlara sahip bulunmasında başkent seçilmesinde önemli faktörler olarak etkili olmuştur. Ayrıca, Türkler Anadolu'ya gelmeden, Arapların güneyden yaptıkları saldırılara karşı Orta Anadolu'yu koruyan bir Ahi Cumhuriyetinin Ankara merkezli olarak onikinci yüzyılda Ankara'da kurulmuş olması da, bu kentin tarihten gelen cumhuriyet birikim taşıması açısından önemli bir faktördür. Asıl hedef olarak bir cumhuriyet devleti kurmayı seçen Atatürk. Anadolu'da kurulmuş olan ilk cumhuriyetin merkezi olan Ankara'yı Türkiye Cumhuriyetinin gelecekteki başkenti olarak seçmiştir. Daha çok bir dikdörtgen yapılanmayı andıran Türkiye haritası dikkate alınırsa. Ankara'nın milli sınırlar içerisindeki merkezi konumu açıkça görülmektedir. Bir devletin başkentinin ülkenin ortasında olması ve vatan topraklarının çeşitli bölgelere eşil mesafede yer alması da önem taşımaktadır. Bir asker olarak jeopolitiği bilen Mustafa Kemal, ülke ve devletin savunulması açısından merkezi bölgenin ortasındaki bir kent olarak Ankara'yı başkent seçmiş ve cumhuriyet devletini bu kemin sınırlan içinde kurmuştur. Bu kadar faktörün dikkate alınmasıyla başkent olarak Ankara'nın merkezi konumuna şimdiye kadar hiç kimse itiraz edememiştir. Çünkü bilimsel ve ulusal değerlendirmelerin bütünleşmesiyle Ankara başkent olmuştur.

Tarihin çeşitli dönemlerinde Anadolu ve Rumeli topraklarımızda yer alan 16 kent çeşitli devletlere başkentlik yapmışlardır. Ankara, bu topraklarda başkent olan 17. kenttir. Çeşitli dönemlerde kurulan ve öne geçen devlet yapılan merkezlerine dayanarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Devletlerin merkezleri olan başkentlerin jeopolitik bilimin verilerine göre doğru yerde seçilmeleri ve gene o dönemin koşullarına göre doğru biçimlerde yapılandırılmaları gerekmektedir. Ankara bu açılardan doğru seçim ve yapılandırılmayla kurulmuş olan bir başkenttir. Bozkırın ortasında bir vaha olarak yeniden yansıtılan Ankara. Atatürk'ün önderliğinde hazırlanan şehircilik plânları ile kurulmuş ve bugüne kadar gelmiştir. Beş yüzbin kişilik bir kent olarak geleceğe doğru tasarlanmış olan Ankara'nın nüfusunun bugün tahmin edilen rakamın on misli büyüklükte olması, beklenenin ötesinde bir gelişmedir. Kentin kuruluşu sırasında, Türkiye ve Ankara nüfusunun bu kadar fazla artacağı öngörülmemiş ve sonraki yıllarda nüfus artışı ve göçlerin getirdiği sorunların çözümü için uğraşılmıştır.

İstanbul eski bir başkent olarak Ankara'nın yeni bir merkez olmasını hiçbir zaman kabul etmemiştir. İstanbul basınının Ankara'da yetişmiş temsilcilerinden birisi olan Cengiz Çandar hiç çekinmeden, Ankara ile ilgili yazısının başlığını "Ankara Cumhuriyeti" olarak yazabilmiş ve Ankara'da kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini kabul etmediğini öne sürebil mistir. İstanbul, Ankara'daki devleti adam yerine koymadığı gibi, Ankara'da kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ni Türk milletinin ulusal devleti olarak değil ama, Ankara kentindeki Kurtuluş Savaşı kadrosunun kendisi için kurmuş olduğu bir devlet gibi algılamayı sürdürmüştür. Eski Bizans ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi Orta ve Yakın Doğu bölgelerinin merkezi olma çabası içerisine giren İstanbul, yeni başkent olma arayışı içine girerken sürekli olarak Ankara'nın önünü kesmiş ve Ankara'yı devre dışı bırakarak Türkiye'nin yeniden İstanbul merkezli yönetilmesi için sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmeleri yönlendirebilme çabası içinde olmuştur.

Sovyetler Birliği varken, soğuk sava döneminde İstanbul’un yeniden merkez olma çabalan göze batmazken, küreselleşme dönemine girilmesiyle beraber İstanbul'un yeniden dış güçlere ve emperyalizme teslim olduğu ve onların koşullarını kabul ederek eskiden olduğu gibi Mütareke İstanbul'u olarak hareket ettiği, bu kentteki sermaye ve medya yapılanmalarının yeni yönlenmeleriyle açıkça ortaya çıkmıştır. Açıkça uluslararası güçlerin, küresel sermayenin taşeronluğunu kabul eden İstanbul sermayesi ve onun kuyruğu olan İstanbul medyası, giderek küreselleşme süreci içinde yeni Bizans projesinin işbirlikçisi olarak onaya çıkmış, dışarıyla işbirliği yaparken, dış güçlerin plân ve programlan doğrultusunda, içerinin çökertilmesine dönük girişimlere alet olmuştur. Türklerin İstanbul'u yeniden gayrimüslimlerin yeni Bizans’ına dönüşürken, Türk devletine karşı olan bütün girişimlere alet olmuş ve sırtını Türkiye'ye dönerek, Ankara'daki Türk devletini karşısına almıştır. Küreselleşme sürecinin dünyanın merkezi coğrafyasına getirmiş olduğu üç proje bugün birbiriyle yaramaktadır. Büyük Avrupa projesi, Brüksel merkezli olarak gelişirken. Anadolu'da Sevr haritası doğrultusunda küçük ve gayrimüslim eyalet devletçikleri yaratma çabası içindedir. Amerika'nın Büyük Orta Doğu Projesi ise; yeni Osmanlı vizyonu ile İstanbul'u başkent yaparken, Ankara'nın tasfiyesini gündeme getirmektedir. ABD'nin Büyük Orta Doğu Projesi üzerinden gündeme getirilmek islenen Büyük İsrail Projesi ise Kudüs'ü başkent yaparak gene Ankara'nın tasfiyesini zorlamaktadır ABD'nin Avrasya stratejisi yene İstanbul üzerinden yürütülürken, New York'tan dünyayı yönetmeye çalışan kapitalist dünya devleti ise yavaş yavaş dünyanın ortasındaki İstanbul'a taşınarak yükselen kulelere yerleşme ve Avrupa, Rusya, Çin, Hindistan gibi gelecekteki merkezi güç olabilecek büyük devletlere dünyanın merkezini bırakmamak üzere yeni bir İstanbul yapılanmasıyla küresel süreci tamamlamak istemektedirler. Bütün bu gelişmeler İstanbul'u işbirlikçi ve mandacı bir yörüngeye-oturturken. Ankara'daki Türk devletini tehdit etmekle ve Kuvayi Milliye’nin başkenti olan Ankara'nın tasfiyesine giden yolu açmaktadır. Tam bu aşamada eski bir İstanbul belediye başkanının Ankara'da devletin tepesine gelmesinin tesadüf olmadığı açıktır. Küresel emperyalizm dünyanın merkezinde kendi çıkarlarına uygun yeni bir yapılanmayı gündeme getirirken, sermeye ilişkileri ile yarattığı işbirlikçi ve mandacı kesimleri medya ve siyaset sahnesinde öne çıkarmakta ve böylece bu işbirlikçi kadrolar eliyle Kuvayi Milliye’nin başkenti Ankara'nın tasfiye edilmesini kolaylaştırmaktadır. Kamu yönetimi ya da yerel yönetimler reformları adı altındaki girişimlerle Ankara'da devlet yapısı küçültülürken, devletin onbeş bakanlığı kapatılarak yetkilerinin yerel yönetimleri devri zorlamıştır. Eski cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi başkanlığından gelmesi ile Ankara'daki Türk devletini tasfiye eden girişimler durdurulmuştur. Böylece Ankara varlığını bu aşamaya kadar bir başkent olarak koruyabilmiştir.

Yine tam bu sıralarda, başbakanlık ofisinin İstanbul'a taşınması, Dolmabahçe Sarayı nın Başbakanlığa devri. Meclise bağlı olan sarayların Başbakanlığa devredilmek istenmesi gibi başkent Ankara'dan İstanbul'a kaydırma girişimleri birbirini izlemiştir. İstanbul'un eski belediye kadrosu, Ankara'daki devletin tepesine gelince; Ankara'nın küçülmesine, yetkilerin dağıtılmasına, bazı kamu kurumlarının İstanbul'a taşınmasına dönük girişimlerde bulunmuşlardır. Atatürk'ün partisinin sahip çıkmaması nedeniyle, Atatürk'ün bankası İstanbul'a taşınarak küresel sermayenin yönlendirilmesine teslim edilmiştir. Ankara merkezli bankalar yabancılara satılarak ya da, İstanbul’un gündemindeki yönetimlere devredilerek, yeni Bizans projesi doğrultusunda İstanbul'a genel müdürlüklerini taşımışlardır. Devlet bankalarının da İstanbul’a taşınmaları ile ilgili girişimler belirli bir program dahilinde yürütülmektedir. Devlet bankalarının yabancılaştırılmalarıyla ilgili hazırlıklar tamamlanmış özelleştirme görünümü altında uluslararası banka tekellerinin Türk bankacılığını teslim almasıyla ilgili süreç tamamlanmak üzeredir. Yabancılara satılacak devlet bankalarının genel müdürlükleri için de İstanbul'da yerler alınmış ve yeni genel müdürlük binalarının inşaatları tamamlanmaktadır. Böylece, Ankara'nın ekonomi olarak içi boşaltılmakta ve bütün bankacılık sektörü devletin denetiminin dışına çıkarılmaktadır. Bu arada Merkez Bankası’nın da İstanbul'a taşınması ile ilgili girişimlerde birbirini izlemiş ve İstanbul'un dünya ticaret merkezi olacağı gerçekleri ile savunulmuştur. Eski Merkez Bankası genel müdürlerinin dahi karşı çıktığı bu proje tamamen batı kapitalist sisteminin Türk devletine dayatması olarak gündeme getirilmekte ve İstanbul'un ticaret merkezi olması gerekçesiyle tamamlanmak istenmektedir. İş Bankasıyla başlayan Ankara'nın boşaltılması süreci bütün devlet bankaları ve Merkez Bankasının da İstanbul'a taşınmasıyla devam ederse, başkent Ankara'daki Türkiye Cumhuriyeti levhasını aşağı indirmek gerekecektir. Çünkü bankacılık sektörünü kaybeden bir devlet varlığını koruyamaz. Sermaye sahipleri ve bankacılık tekelleri devleti devre dışı bırakınca, kapitalist sistemin istekleri ve kendi çıkarları doğrultusunda, Türk devletinin bütün ülke sahasında istedikleri gibi at koşturma ve cirit atma olanaklarını elde edebileceklerdir. Bu da Türk vatanının bütünüyle sömürge olması anlamına gelecektir.

Devletin yönetim mekanizması dışına çıkarılan ekonomik kuruluşlar, özerk ya da bağımsız üst kurullar görünümü altında IMF ve Dünya Bankası üzerinden uluslararası emperyalizmin güdümüne teslim edilmişlerdir. Artık Telekom Üst Kurulunu hükümet değil ama, IMF ya da Dünya Bankası arayabilmektedir. Bunun en açık örneği Kemal Derviş olayı sırasında görülmüştür. Bankalardan sonra üst kurulların da İstanbul'a taşınarak, sermaye merkezi üzerinden dünya kapitalist sisteminin kontrolüne devredilme hazırlıkları tamamlanmaktadır. TÜSİAD üyesi bütün sermaye grupları ve onların denetimi alındaki Bizans medyası bütünüyle böylesine dış plânların uygulanması için kamuoyu yaratmaktadırlar. Türk siyaseti, yaratılan ortam ve finans kaynaklarının yönlendirilmeliyle tamamen bu projelerin tamamlanmasına kilitlenmiştir. Her şeyi babalar gibi satan bakanların öncülüğünde Türkiye satılmakta, devlet kuruluşları tasfiye edilmekte ve Ankara başkent olmaktan çıkarılmaktadır. Ne var ki, iktidar partisi bütünüyle bu programlara uygun hareket ederken, muhalefet partilerinin bu duruma seyirci kalması ve halta dolaylı yoldan desteklemeleri gerçekten şaşırtıcıdır. Türkiye tam olarak teslim alınırken, başkent Ankara'nın içi boşaltılırken, kamu kurumlan hiçbir şey yapmamakla, kamuoyu ve ordu iç ve dış savaşa yönlendirilmektedir. Türlüye her yönü ile büyük bir oyunun içine itilmiştir işbirlikçi, mandacı kadrolar eliyle Türk devleti ve onun başkenti tasfiye edilmektedir.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın önde gelen marşlarından birisi de Ankara Marşı’dır. Ankara...Ankara...Seni görmek ister her bahtı kara... derken Ankara'nın Türk insanının karanlık geleceğini değiştiren, ona ümit veren bir adres olduğu söyleniyordu. Ankara anakaranın ortasındaki bir kent olarak bu topraklarda yaşayan insanların, kara bahtının önlenmesi ve bir aydınlık geleceğe yönlendirilmesinin umul ışığı ve merkezi olarak devreye giriyor ve tarihin dönemeç noktasında yeni Türk devletinin başkenti oluyordu. Tarih sahnesinden emperyalizm tarafından silinmek istenen Türk ulusu, bir Kurtuluş Savaşı vererek yirminci yüzyılda varolma ve yaşama hakkını elde edince, Ankara hem yeni devletin hem de bütün Türk dünyasının özgür ve bağımsız merkezi olmuştur. İstanbul'daki Bizans artığı gayri milli ve gayrimüslim yapı bunu kabul etmek istemese de, Ankara Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olarak Türk dünyasının yönlendirici merkezi olmuştur. Ankara bir milleti tarih sahnesinde silinmekten kurtarırken, Orta Asya'dan Önasya’ya gelmiş olan Türklerin, Anadolu topraklarında ve Rumeli'de varolma ve yaşama haklarının da güvencesi olmuştur. Soğuk savaş dönemlerinin koşullarıyla Türk ulusunu aldatan Bizans medyası ve onun arkasındaki gayri milli ve gayrimüslim sermayenin emperyalizm ile işbirlikçileri, Türk devletinin ve başkent Ankara'nın yarı yarıya tasfiyesine giden yolu açmıştır. Ne var ki, aradan geçen yıllar ve yaşanan olaylar, gerçekleri bütün boyutlarıyla gözler önüne sermektedir. Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri artık Türkiye Cumhuriyetini ve onun başkenti Ankara'yı daha fazla gerileyemeyeceklerdir. Devletin ve başkentin geri kalan yarısı, Anadolu halkıyla bütünleşerek yeni bir Kuvayi Milliye direnişini Atatürk'ün başkentinde gerçekleştireceklerdir. Bizans artığı işbirlikçiler ve mütareke İstanbul'unun taşeron temsilcileri Ankara'nın tam olarak boşaltılmasını bundan sonra gerçekleştiremeyeceklerdir. Ankara'da yeni Bizans projelerine aracı olan siyasal ve bürokratik kadrolarda Türk devletinin çökertilmesi operasyonunda artık daha fazla beşinci kol olarak görev yapamayacaklardır.

Bütün plân ve programların açığa çıktığı ve herkesin ne yapmak istediğinin kesinleştiği bu aşamadan Türkiye Cumhuriyeti ve başkent Ankara'yı tasfiye eden süreç duracaktır. Bu sürecin durmaması için Türkiye'yi iç ve dış savaşa sürükleme senaryoları gündeme getirilmekledir. Türkiye'de yaşayan tüm ulusalcı ve milli güçlerin iç ve dış tehditlere karşı bir araya gelerek ortak hareket etmeleri kaçınılmazdır. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyetinin, kurucusu Atatürk'ün izinden giderek komşularıyla emperyalizme karşı işbirliği ve dayanışma ve düzeni kuracak yeni bir bölge ağırlıklı politikaya yönelmesi de kaçınılmaz görülmektedir. Kuvayi Milliye’den gelen bağımsızlık bilinci ile hareket edecek olan Türk ulusu, hem devletine hem de onun merkezi olan Ankara'ya sahip çıkacak. İstanbul gibi teslim olmayacak, ülkenin her bölgesiyle üniter yapıda bir araya gelerek dışa karşı top yekûn bir savunma gerçekleştirecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder