1 Haziran 2018 Cuma

KEMALİST MERKEZCİLİK "Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN" (Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi, ağustos 2007, Sayı;107)

KEMALİST MERKEZCİLİK

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN

(Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi, ağustos 2007, Sayı;107)

Türkiye’nin bulunduğu bölge, dünyanın merkezi konumundadır. İnsan bedenin merkezinde kalp yer aldığı için, Jeopolitik kitapları bu bölgeye kalpgah ya da kalbistan anlamına gelen heartland adını vermektedirler.

Türkiye genel seçimler dönemine girmesiyle birlikte yeniden merkezcilik tartışmaları ile karşı karşıya kalmıştır. Siyasette öne geçmek isteyen her siyasal parti, kendisini merkeze oturtarak gerçek anlamda siyasal merkezi temsil ettiğini öne sürmekte, böylece ülkemizdeki siyasi rejimin gerçek sahihi ve temsilcisi gibi kendisini göstererek merkezciliği öne çıkarmaktadır. Her parti kendi siyasal düşüncesine gere bir merkez yaklaşımı geliştirip, merkezi kendi ilkeleri doğrultusunda tanımlamaya kalkışınca, ortaya birbirinden çok farklı merkez çıkmakta ve bu nedenle de kamuoyunda herkesin üzerinde anlaşabildiği bir merkez tanımı yapılamamaktadır. Herkesin kendine göre bir merkez tanımı olması, neyin ve nerenin merkez olduğu konusundan kuşku yaratmakta birden fazla merkez yaklaşımı, siyasetin merkezi konusunda anlaşmayı önlemektedir. Partiler arası yarışta, halkın daha fazla ilgisini ve desteğini çekebilmek üzere, bütün siyasal partilerin merkezde yer araması hatta daha da ileri giderek kendisini merkez olarak ilân etmesi, demokratik ülkelerde görülebilen ve zaman içerisinde anlayışla karşılanabilecek bir durumdur. Ne var ki siyasal merkez, öyle herkesin kendi çizgisine ve kendilerini yönlendiren güçlerin isteğine göre belirleyebileceği bir serbestliğe sahip değildir.

Dünyanın yuvarlak olması nedeniyle, yeryüzünde kesin bir merkez yoktur. Değişen koşullarda gündeme gelen dönemlere göre dünya ülkelerinin konumları da değişir ve bazıları öne çıkarak, kendilerini dünyanın merkezi olarak ilân edebilirler. Her büyük ülke kendisini dünyanın merkezi olarak görür ve kendi başkentini merkez nokta olarak ilân edebilir. Roma, Londra, Washington, Moskova ve İstanbul gibi kentler tarih içerisinde büyük devletlere ve imparatorluklara başkent olarak hizmet ederken, kendiliğinden dünyanın merkezi konumuna gelmişlerdir. Bugün da Pekin, Tel Aviv, Şanghay, Kudüs kendilerini dünyanın merkezi olarak ilân etmeğe hazırlanmaktadırlar. Gelecekte oluşacak yeni büyük devlet yapılanmaları ya da imparatorluk konumlarına göre, yeni dönemin en güçlü devletinin başkenti kendisini dünya merkezi olarak ilân edebilir. Küresel sermayenin bir dünya imparatorluğunun ardında koştuğu günümüzde, dünyanın merkezinin neresi olacağı belirsizdir. Devletlerarası çekişme ve güç yarışı zaman içerisinde en güçlü olanı ya da yeni süper gücü ortaya çıkaracağı için geleceğin dünya merkezi şimdiden belli değildir. Bir belirsizlik ortamında merkez adayları arası yoğun bir çekişme yaşanmaktadır ve bu durumu da güçlü devletler ya da geleceğin yeni potansiyel güçleri kendi lehlerine çevirmeğe çalışmaktadırlar. Yuvarlak dünya dönmeye devam etmekte ve geleceğin yeni sürecine doğru yol alırken, yeni merkez adayları sıraya girmektedir.

Merkez kavramı, Türkiye için yabancı değildir. Çünkü bütün jeopolitik kitaplarında Türkiye’nin bulunduğu bölge dünyanın merkezi olarak açıklamaktadır. Yerkürenin coğrafyasını siyasal gelişmelere göre inceleyen bilim dalı olarak, dünya coğrafyasını açıklayan jeopolitik bilimi, beş kıtaya yayılmış olan ülkeleri dünyanın genel yapısı içerisinde değerlenmekte, yeryüzünün bugünkü yapısı ile merkezi bölgesi olarak Türkiye'nin komşularıyla beraber yer aldığı Avrasya'yı göstermektedir. İnsan bedenin merkezi organı kalp olduğu için bu bölgeye kalpgah ya da kalbistan anlamında heartland adını veren jeopolitik kitapları, böylece Türkiye çevresiyle beraber dünyanın merkezi olduğunu ortaya koymaktadır. Bilimsel yapıtlar, dünyanın merkezi olarak Türkiye'nin bulunduğu Avrasya kıtasını gösterirken, Türkiye'de dünyanın jeopolitik merkezinin tam ortasında bir ülke olarak, sahip olduğu konumun sorumluluğu ile harekat etmek durumundadır. Bir merkez ülkesi olmanın getirdiği sorumlulukla hareket etmesi gereken Türkiye, dünyanın büyük güçleri ve emperyalist devletlerinin merkezi coğrafyaya yönelen her türlü yaklaşımını ve hareketini hareketlerini izleyerek kendi açısından değerlendirmek zorundadır. Aksi takdirde dünyanın büyük güçleri küçük ya da orta boy ülkelerin dünyanın merkezinde varlıkların sürdürmelerine izin vermeyeceklerdir. Tarihin ortaya koyduğu gerçekler açısından durum değerlendirildiğinde; dünyanın merkezinde ya dünya çapında bir büyük güç veya devlet olmuş ya da dünyanın büyük güçleri merkezi alanı kendi denetimleri altına alabilmek üzere bu coğrafyaya gelmişlerdir. Bu nedenle, Türkiye ve çevresi dünya çapında merkez kavramının yer aldığı tartışmaların tam odağında öne çıkmaktadır.

Günümüzün saldırgan gücü olan Amerika Birleşik Devletlerinin, Orta Doğu'daki askeri birliklerinin adı “merkezi kuvvetler” dir. Onbin kilometre öteden gelerek Irak'ı işgal adanıp, diğer bölge ülkelerini de işgal etmekle tehdit eden Amerika Birleşik Devletleri’nin, dünya egemenlik sürecinde ordusunu beşe böldüğünü; kuzey, güney, doğu ve batı kuvvetlerinin yanı sıra bu bölgeye de birlikler gönderdiği ve bunların adının merkezi kuvvetle olduğu artık açıkça bütün basın tarafından dile getirilmektedir. Amerikan merkezi kuvvetleri dünyanın merkezini işgal etmek üzere bu bölgeye gelmiş ve merkezdeki bütün ülkeleri tehdit etmektedir. Merkezi bölgede yer alan devletlerin, Atlantik emperyalizminin merkezi güçlerine karşı kendilerini koruyabilmek üzere bir araya gelmeleri yaşamsal bir zorunluluk durumuna gelmiştir. Dünyanın süper gücü yeryüzünün merkezini ele geçirmek için saldırıya geçtiği bu aşamada, merkezdeki ülkeler, halklar ve devletlerin kendilerini koruyabilmek üzere yeni bir merkezi dayanışma ve yapılanmaya gitmeleri kaçınılmaz olmuştur.

Türkiye iç siyaset nedeniyle merkez kavramını tartışırken, aslında dış siyasetin gündeme getirmiş olduğu bir merkez sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Bütün dünya ülkelerindeki iç siyaset, aslında uluslararası gelişmelerin etkisi altında kaldığı için dış siyasette gündeme gelmiş olan merkez sorunu Türkiye'deki son dönem merkezcilik tartışmalarını dolaylı olarak etkilemekte ve yönlendirmektedir. Bu coğrafyanın geleceğine yönelik olan emperyalist projeler Atatürk'ün kurmuş olduğu devlet modelinin dışında farklı bir yapılanmayı gündeme getirdiği için, dış destekle bu tür projelere soyunanlar, kendilerine dışarıdan verilmiş olan görevleri kabul ederek iç siyaseti bu doğrultuda yönlendirmeğe kalkışanlar, kendilerini emperyalist projelerin eş başkanı olarak ilân edenle, ülkede varolan merkezi, angaje oldukları projeler doğrultusunda değiştirebilmek üzere merkezi başka türlü tanımlamaktadırlar ve kendi tanımları doğrultusunda da siyasetin yeni merkezini tanımlarken kendilerini tam olarak merkeze oturtabilmenin cabası içine girebilmektedirler. Böylesine dış ve iç ilişkiler doğrultusunda gündeme getirilen merkez kavramı ve merkeze tartışmaları hem gerçeklere ters düşmekte hem de inandırıcı olmanın çok ötesinde kalmaktadırlar.

Dünyanın jeopolitik merkezindeki bir ülke olan Türkiye, genel seçimlere doğru giderken siyaset giderek merkeze doğru odaklanmakta ve merkezi coğrafyaya yönelik siyasal projelerin uzantısı olan partiler kendilerini Türk siyaset sahnesinde merkeze oturtmaktadırlar. Kendilerini merkez olarak dış kaynaklı ve emperyalist amaçlı projelere göre tanımlayanlar, Türkiye’deki devlet biçimini de bu bölgesel hegemonya projelerine uygun olarak değiştirmek istemektedirler. Atatürk'ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı temel ilkeler devredişi bırakılmak istenmekte, özellikle İslam coğrafyasında kurulmuş olan ilk laik devlet modeli ortadan kaldırılarak, Atlantik emperyalizminin Müslüman ülkeler dünyasına yönelik olarak geliştirdiği yeni emperyalist projeye uygun bir durum yaratılmak için yoğun çaba gösterilmektedir. Böyle bir süreçte, Atatürk'ün laik cumhuriyeti ortadan kaldırılarak, bütün İslam dünyası için örnek model olabilecek Ilımlı İslam projesi Türkiye üzerinden Müslüman ülkelere aktarılmak istenilmektedir. Türkiye böylesine bir emperyalist proje için hem bir deney alanı hem de bir köprü olarak kullanılmak istenmektedir. Ilımlılaştırılmak ister İslam rejimi, Türkiye üzerinden diğer Müslüman ülkelere aktarılırken, Türkiye’nin batı uygarlığına açılmak ve çağdaş uygarlık düzeni içerisinde hak ettiği yeri alabilmek üzere, Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen laik devlet yapısına son verilmek istenmektedir. Bu noktada, merkezi coğrafyaya yönelik emperyalist proje ile Atatürk'ten gelen Türkiye Cumhuriyet laik devlet modeli karşı karşıya gelmektedir. Anayasada belirtilmiş olan devletin temel ilkesi olarak laikliğin devre dışı bırakılması, Atlantik emperyalizminin, İslam dünyasına dönük hegemonya projesi olan ılımlı politikasının gereği olarak gündeme getirilmektedir. Ulubatlı Hasan’ın İstanbul'u alırken Bizans surlarına diktiği Osmanlı bayrağı gibi Ilımlı İslam bayrağı haline getirilen türban da, Atatürk'ün Çankaya'sını tepesine dikilmek istenmektedir. Bir siyasal simgeye dönüştürülen türban, Cumhurbaşkanlığı makamı olan Çankaya'ya çıkartılırken, yeni Cumhurbaşkanın eşinin türbanlı olmasına dikkat edilmekte ve bu konuda katı davranılarak biç bir biçimde uzlaşmaya yanaşılmamaktadır. Son dönemde, Ilımlı İslam’ın partisi bu konuda katı ve ısrarcı davrandığı için, toplumun her kesiminin kabul edebileceği ve uzlaşma ile ülkenin, devletin ve millet tekliğini kişiliğinde temsil edebilecek yapıda bir cumhurbaşkanı seçilememiş ve bu yüzden bir siyasal kriz çıktığı içindir ki, Türkiye hiç hazırlıklı olmadığı bir biçimde erken genel seçimlere kilitlenmiştir. Laik bir cumhuriyette bir dinsel simge durumuna getirilen türbanın, devlet başkanlığı makamına başkan olacak kişinin eşi aracılığı ile Cumhuriyetin simgesi ve yönetim merkezi olan Çankaya’ya ya çıkartılmak istenmeni, Türkiye Cumhuriyetini temsil eden en üst makam da laik devlet modelini geride bırakan bir gelişme olarak gündeme gelmekte ve halen pozitif hukuka göre varolan devlet modelinin ana yapısı ile ters düşmektedir.

Günümüzde geçerli olan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve devletin taraf olduğu uluslararası antlaşmalar, Atatürk’ün kurmuş olduğu laik, sosyal, demokratik, üniter, ulusal ve demokratik hukuk devleti olarak varlığını korumaktadır. Devletin dayandığı modelde bu altı ilke esas olduğunu göre, Türk devletinin merkezi de bu ilkelerin beraberce ortaya koyduğu bir çekirdek oluşumu temsil eder. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyetinde merkezde politika yapacak siyasal hareketlerin öncelikli devletin dayanmış olduğu bu altı ilkeyi benimsemesi ve bütün politikasını bu ilkelere dayandırarak yürütmesi gerekmektedir. Atatürk Cumhuriyeti devam ettiği sürece, Türkiye'deki merkez politikası kesinlikle Atatürk’ün devlet modelinde esas olan altı ilkeye dayanmak zorundadır. Ulusal, üniter, laik, demokratik ve hukuk devleti esaslarına uymayan ya da ters düşen politikalı savunan siyasal partilerin, Atatürk Cumhuriyetinde merkezde politika yapmaları mümkün değildir. Devlet modelinin çekirdeğini oluşturan ilkeler aynı zamanda merkezin yapısını da belirlediği için bu altı ilkenin dışına çıkanlar ya da başka çizgide politika yürütmekte olan partiler hiç bir biçimde merkezde olamazlar ya da merkeziyetçilik iddiasında bulunamazlar. Merkezin dayandığı ilkeleri benimsemeyen ya savunmayanlar, Atarak Cumhuriyetinin merkezine gelemezler ya da bu devletin merkezinde politika yaptıklarını öne süremezler. Kendi politikalarını kamuoyuna merkezcilik gibi göstererek, Atatürk Cumhuriyetinin merkezini değiştirmek çabası, ancak emperyalist politikaların bölge plânlarını devreye sokulma girişimleri ile açıklanabilecekti. Bu tür politikalar başka merkez arayışlarının ya da yeni oluşturulmak istenen projelere uygun düşecek devlet modellerinin merkezlerini gündeme getirmektedirler. Ilımlı İslam’ı savunan bir merkezci yaklaşım da Büyük Orta Doğu prosesi uyacak bir Ilımlı İslam devletinin merkezini yeniden oluşturma çabası olarak açıklanabilir.

Atatürk'ün kurmuş olduğu ulusal, üniter, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti bir devlet olarak devam edeceği ve varlığını sürdürdüğü ve bu ilkeler doğrultusunda devam etmek zorunda olduğu için, bu devletin çatısı altında yapılacak merkeziyetçi politika, ancak Kemalist modele uygun olmak zorundadır. Daha açık olarak ifada edilmesi gerekirse; Türkiye Cumhuriyetinde merkeziyetçi bir politika ancak Atatürk (ya da Kemalist) bir yaklaşım ile mümkün olabilecektir. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün dile getirdiği üzere; “payidar kaldıkça”, bu ülkede merkeziyetçilik ancak Kemalist politikalarla yapılabilir. Devletin temel çekirdek modeli Kemalist olduğuna göre, Türkiye'de merkeziyetçilik Kemalist çizgide olacaktır. Genel kamu hukukunun ortaya koyduğu üzere, her devletin bir modeli vardır ve o modelin dayandığı temel ilkeler devletin merkezinin içeriğini belirler. Merkezde devletçilik yapanlar da modelin esasını gündeme getiren o ilkelerin bütününe uymak ve onları bu bütünsellik içinde savunmak durumundadır. Devlet modeli değişmedikçe merkeze yönelen ve merkezdeki politikalarda Atatürk ilkeleri esas olacak ve buna göre merkeziyetçi yaklaşımlar denenebilecektir. Atatürk Cumhuriyetinde, Atatürk ilkelerini esas almayan hiç bir politika merkeziyetçilik öne süremez. Atatürk’ün devlet modeli ayakta kaldığı sürece, merkeziyetçiliğin Kemalist çizgide olması bir zorunluluktur. Bunun dışına çıkan yaklaşımların, Atatürk'ün modelini değiştirmek isteyen politika ya da yaklaşmaların, girişimlerin merkeziyetçilik iddia etmesi söz konu olamaz.

Türkiye’de ulusal (milli) merkez, Kemalist bir yapıya sahip bulunmaktadır. Ulusal devletin ve cumhuriyet rejiminin temelindeki merkez de buna göre biçimlenmiştir. Ulusal olmayan unsurların devletin içine girmesi ya da ulusal olmayan politikaları savanan partilerin iktidara gelmesi, ulusal merkezi tehdit ettiği gibi, Kemalist Cumhuriyetin de geleceğini tehdit edecektir. Uzun süren mücadelelerin bir sonucu olarak kurulmuş olan Türk devletin, merkezinde ciddi bir tarihsel ve siyasal bilinç düzeyi bulunmak zorundadır. Ancak o zaman devleti ve cumhuriyet rejimini tehdit eden girişimlere karşı devletin merkezi, Kemalist çizgide kendisini koruyabilecektir. Kemalist merkez, Türk devletinin çelik çekirdeği olarak devam ettiği süre, dış baskılar ya da siyasal çıkarlar yüzünden merkeze yönelik kaydırma ya da saptırma girişimleri, başarısızlıkla karşılaşacaktır. Ülkeye ve devlete yönelen her türlü tehdide karşı, merkezin Kemalist bir çizgide güçlendiril gerekmektedir. Güçlü bir Kemalist merkez her türlü emperyalist saldırıyı püskürtecektir. Kemalist merkez siyasetin odağı olmaya davam edecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder