1 Haziran 2018 Cuma

PAKİSTAN’DAN KİRLİSTAN’A (İngilizlerin Hindistan yarımadasına özgürlük tanıdığı sırada ortaya çıkan bir Müslüman devlettir.) Prof. Dr ANIL ÇEÇEN

PAKİSTAN’DAN KİRLİSTAN’A
İngilizlerin Hindistan yarımadasına özgürlük tanıdığı sırada ortaya çıkan bir Müslüman devlettir.
Prof. Dr ANIL ÇEÇEN

**
İngiliz emperyalizminin böl ve yönet ilkesi doğrultusunda, büyük Hindistan Hindular-Müslümanlar olarak ikiye ayrılmış, böylece Pakistan kurulmuştur.
**
Hindulara bağımsızlık verirken, bu kıtanın Müslümanları doğu ve batıda toplanarak Pakistan adı ile ayrı bir devlet kurmalarına giden yol açılmıştır. Önce iki ayrı parçadan oluşan Pakistan devleti daha sonraları ulaşım zorlukları nedeniyle, doğu kısmının Bangladeş olarak ayrı bir isim alması ve kendi bağımsızlığını ilân etmesi üzerine tek parçalı devlet olarak yoluna devam etmiştir. Hint Müslümanlarının oluşturduğu bu devletin nüfusu iki yüz milyona yaklaşmasına rağmen yine de bütün Hint Müslümanlarını çatısı altında toplayamamıştır. Pakistan ve Bangladeş’in iki ayı Müslüman devlet olarak Hint yarımadasından ayrılmalarına rağmen, bugün hâlâ iki yüz milyon civarında Müslüman Hindistan’da yaşamaktadır. Hindistan kıta devleti bu hâli ile en büyük Müslüman azınlığı kendi sınırları içinde barındırmaktadır. Sahip olduğu bu Müslüman nüfus ile Hint devleti de aynı zamanda bir Müslüman ülke olarak kabul edilmektedir. İslâm dünyasındaki gelişmelerde Hindistan da en az diğer Müslüman ülkeler kadar söz sahibi olmak istemekte ve bu durum da Pakistan ile Hindistan arasında ciddî gerginliklere yol açmaktadır. Pakistan Hintli Müslümanları da içine alarak daha da genişlemek istemekte, Hindistan ise, İngiliz emperyalizminin yarattığı ikili durumu geride bırakarak Pakistan ve Bangladeş’i içine alarak bu iki Müslüman devleti de diğer yirmi beş Hindistan eyaleti statüsünde kıtasal birliğin çatısı altına almaya çaba göstermektedir. Hindistan’ın yanı başındaki iki Müslüman ülkeyi yeniden sınırları içine almak istemesi de bu devletlere sürekli bir var olma mücadelesi verme zorunluluğu getirmektedir.

Pakistan sözcüğü bu Müslüman devlet kurulurken İngilizler tarafından konulmuştur. Pencap ve Keşmir gibi eyaletlerin baş harflerinin bir araya gelmesiyle konulan bu devlet ismi, İslâmiyet’in temizliği savunması nedeniyle bir anlamda temiz ülke anlamında Pakistan olarak benimsenmiştir. Bu devletin kurucusu Muhammet Ali Cinnah, tıpkı Hindistan’ın kurucusu Gandi gibi insanlığı, dürüstlüğü ve temizliği savunan bir İslâm âlimi olarak Müslümanların başına geçmiş ve milyonlarca Müslüman’ı çatısı altında toplandığı yeni ülkenin adının Pakistan olmasını sağlamıştır. Bağımsızlığın ilânından sonra Hintli Müslümanlar artık Pakistanlı olmuşlar ve bir temiz ülke vatandaşı olarak yaşamlarını sürdürmek için uğraşmışlardır. Pakistan devleti Hintli Müslümanlara beyaz bir sayfa açmış ve onları emperyalizmin baskılarından kurtararak bağımsız, hür ve temiz bir geleceğe taşımak istemiştir. Hintli Müslümanların devletleştikten sonra, bu konuda ciddî bir arayışa girdikleri ve uluslararası alanda Pakistan’ı saygı gören bir ülke konumuna getirdikleri görülmüştür. Yeni bir devlet olmasına rağmen Pakistan, yirminci yüzyılın ikinci yarısında, önde gelen bir Asya ülkesi olarak uluslararası alanda önemli girişimlerde bulunmuştur.

Pakistan sözcüğü içinde yer alan “K” harfinin geldiği Keşmir sorunu kuruluştan başlayarak bugüne kadar devam edip gelmiş ve sürekli olarak Hindistan ile Pakistan arasında gerginliğe yol açmıştır. Halkının dörtte üçü Müslüman olan Pakistan’ın yanı başındaki Keşmir eyaletinin diğer Müslümanlarla birleşmesine Hindistan bir türlü izin vermemiş ve bu bölgede sürekli olarak asker barındırarak Keşmir’in Pakistan sınırları içine katılmasını engellemiştir. Hindistan’ın Orta Asya’ya çıkış kapısı önünde yer alan bu eyaletin geleceği İngilizler tarafından kesin bir çözüme bağlanmadığı için Keşmir sorunu günümüzde Pakistan ve Hindistan gibi iki büyük komşu arasında ciddî bir gerginlik oluşturacak şekilde devam etmektedir. Gelecekte, Çin ile beraber Orta Asya bölgesinde rekabet hâlinde olan Hindistan, bütün Asya kıtasında söz sahibi olabilmek açısından Keşmir’i stratejik öneme sahip bir bölge olarak görmekte ve bu nedenle kesinlikle Pakistan ile birleşmesini kabul etmemektedir. Pakistan ise, Keşmir halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olması nedeniyle, bu eyaleti Hindistan Müslümanlarının kurmuş olduğu Pakistan devletinin doğal bir parçası olarak görmekte ve bu bölgenin adının baş harfini devletin isminde muhafaza etmektedir. Her iki ülkenin ana hedefi Keşmir bölgesini kendi sınırları içine almak olduğu için, İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Keşmir sorunu bugün de devam etmekte ve iki komşu ülkeyi karşı karşıya getirmektedir. Keşmir yüzünden Hindistan ve Pakistan bugün düşman komşular hâline gelmişlerdir. Pakistan, Afganistan üzerinden Orta Asya Müslümanları ile bütünleşmek isterken, Hindistan da Orta Asya’ya açılan kapı konumundaki Keşmir’den bir türlü vazgeçmemekte ve bu nedenle yarı savaş hâli süreklilik kazanarak devam etmektedir. Böylesine sürekli düşmanlık koşulları içinde, önce Hindistan nükleer güç hâline gelmiştir. Asya kıtasındaki Çin-Rusya rekabeti nedeniyle Rusya’nın desteği ile önce Hindistan bir nükleer güç ülkesi düzeyine gelmiş ve atom bombası yapmıştır. Atom silâhı ile kendisini yok edeceğini varsayan Pakistan’da tıpkı Hindistan gibi nükleer santral yaparak kısa zamanda atom bombası yapmış ve Hindistan’a eş değer nükleer güç hâline gelerek kendi varlığını silâh gücü ile güvence altına almıştır. Kendisine özgü koşulları nedeniyle Pakistan, Çin, Fransa ve Libya’nın destekleriyle bir nükleer güç düzeyine gelmiş ve atom silâhına sahip olan ilk Müslüman ülke durumuna gelmiştir. Diğer İslâm ülkelerinde atom silâhı daha gelişmemişken, Pakistan’ın öne geçerek ilk Müslüman nükleer güç konumuna gelmesi, tamamen bulunduğu yerin jeopolitik özellikleri nedeniyledir. Asya dengelerinde Rusya Hindistan’ı destekleyerek Çin’in karşısına çıkarmaya hazırlanırken, Çin bir adım geri durarak Pakistan’ın nükleer güç olmasına yardımcı olmuş ve Hindistan’ın karşısına sınır komşusu bir Müslüman ülkenin atom silâhı ile çıkmasını sağlamıştır. Tamamen yerel nedenlerle Pakistan’ın atom silâhına sahip olması sonraki dönemlerde sürekli olarak başına dert açmış ve değişen dünya konjonktüründe bu ülkenin emperyalizmin başlıca hedeflerinden birisi konumuna sürüklenmesine neden olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken halifelik kurumu kaldırılmış ve İslâm dünyası İngiliz emperyalizminin güdümüne girmiştir. İslâm kuşağındaki bütün Müslüman devletler önce İngiliz sömürgesi ya da dominyonu olarak kurulmuşlar ve daha sonraları da bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Yirminci yüzyılın başlarında İngilizlerin oluşturduğu dominyonlar daha sonra İkinci Dünya Savaşı ertesinde bağımsızlık kazanmışlardır. Pakistan’da bu İslâm ülkeleri arasında yer almaktadır. Yirminci yüzyılın ortalarında İngiltere dünya jandarmalığı görevini yavaş yavaş Amerika Birleşik Devletleri’ne devretmiş, ABD’de soğuk savaşın son döneminde Sovyetler Birliği’ni çevreleme siyaseti uygulayarak bu bölgedeki İslâm ülkelerini bir “yeşil kuşak” hattında birleştirmiştir. Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan’a yönelen ABD politikaları bu dönemde daha çok İslâm ağırlıklı olmuş ve yeşil kuşak ile sosyalist sistemi çeviren Amerikan emperyalizmi Rusya’yı kara ülkesine hapsederek, dünyaya açılmasını engellemiş ve bu kıskacı giderek daraltarak, Sovyet İmparatorluğu’nun çöküşüne neden olmuştur. İngiliz emperyalizminin Hint yarımadasını bölme taktiği çerçevesinde ortaya çıkan Pakistan devleti daha sonraki aşamada Amerikan emperyalizminin yeşil kuşak stratejisi doğrultusunda anti-Sovyet blok içerisine alınmış ve Rusya’ya karşı kullanılmıştır. Amerika’nın bu ülkeye el atması, nedeniyle Pakistan askerî rejimlerden ve diktatörlüklerden kurtulamamış, bu ülkenin rejimi de tıpkı Türkiye gibi demokrasi ve askerî diktatörlükler arasında gidip gidip gelmiştir.

Pakistan demokrasisi kendi hâlinde gelişirken, Hindistan rekabeti nedeniyle Çin’e yakınlaşma doğmuş ve bu durumdan rahatsız olan Amerika Birleşik Devletleri de askerî yardımlarla ele geçirdiği Pakistan ordusu aracılığı ile bu ülkenin rejimine sürekli olarak müdahale ederek, Pakistan’ın Çin’in etki alanına girmesini önlemeye çaba göstermiştir. Pakistan bir İngiliz emperyalizminin ürünü ülke olmaktan zamanla çıkarak Amerikan emperyalizminin Asya kıtasındaki askerî üslerinden birisi konumuna gelmiştir. Sovyetler Birliği sonrası dönemde gündeme gelen Amerikan-Çin rekabeti çerçevesinde Pakistan’ın rejimi bazen demokrasi bazen da askerî diktatörlük olmuştur. ABD hiçbir zaman bu ülkeyi kendi başına bırakmamış ve sürekli olarak demokratik gelişimine müdahale ederek askerî diktatör adaylarını bu temiz ülke olma iddiasındaki devletin başına getirmiştir. Ziya ül Hak, Pervez Müşerref gibi genelkurmay başkanları Pakistan’ın askerî diktatörleri olmuşlar ve bu ülkeyi Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Çin-Hindistan-Rusya üçgeninde kullanılmasını sağlamışlardır. ABD, Çin ve Fransa desteği ile Pakistan’ın nükleer güç olmasından sürekli olarak rahatsızlık duymuş ve bu ülkenin atom silâhlarının ortadan kaldırılmasını istemiştir. Londra’da eğitim görmüş İngiliz ekolünden Zülfikar Ali Butto Pakistan’ı nükleer güç hâline getirmenin faturasını uydurma bir suçlama sonucunda asılarak ödemiştir. Pakistan’ı İngiltere’nin elinden ABD daha sonra kendi çıkarları doğrultusunda bu ülkeyi Hindistan-Çin ve Rusya üçgenine karşı kullanmaya ağırlık vermiş ve bu doğrultuda Pakistan ordusunu kullanmıştır. Ziya ül Hak gibi kendi yetiştirdiği diktatörler, Pakistan’ın elindeki atom gücünden vazgeçmeyince bir uçak kazasında cezalandırılarak ölüme gönderilmişlerdir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da İsrail devleti bir Yahudi ülkesi olarak kulunca Amerikan politikası tamamen Siyonist lobilerin baskı ve güdümü altına girmiştir. İsrail kurulduğu günden buyana bir nükleer güç olarak hareket etmiş ve bu Yahudi devletini çeviren İslâm kuşağındaki bütün devletlerin nükleer güç olmaları önlenmiştir. Türkiye’de bu İslâm kuşağı içinde yer aldığı için ABD ve İsrail tarafından atom silâhına sahip olması engellenmiştir. İsrail yüzünden Türkiye atom silâhına sahip olamazken, yine İrsali yüzünden Pakistan’ın atom silâhı Amerika için rahatsızlık yaratan bir unsur olmuştur. ABD’yi işgal eden ve Siyonizm’in hedefleri doğrultusunda kullanan yeni muhafazakâr Siyonist lobiler, İsrail için tehdit oluşturması nedeniyle hiçbir İslâm ülkesinin nükleer güç hâline gelmesine izin vermemişlerdir. Bu doğrultuda Amerikan devletinin her türlü gücü ve potansiyeli Siyonist lobilerin egemenliği doğrultusunda kullanılmıştır. Bu durumdan en zararlı çıkan ülke gene Pakistan olmuştur. Asya için dengeler çerçevesinde kendi güvenliği için nükleer güç hâline gelen Pakistan’ın bu konumu gerek Amerikan emperyalizmi gerekse İsrail Siyonizm’i açısından tehdit olarak algılanmıştır. Ortadoğu’da İsrail’in güvenliğini sağlama doğrultusunda bütün İslâm coğrafyasını ABD egemenliğine almayı hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi, Pakistan’ı ABD ve İsrail için öncelikli hedef konumuna getirmiştir. Irak ve Afganistan saldırılarından sonra İran için de benzeri bir askerî hazırlığın içine giren Amerika, İran gibi bir Müslüman ülkeyi hedef alırken, yeni bir Haçlı Seferi anlamına gelecek İran saldırısı sırasında, Pakistan ve İran devletlerinin ortak hareket ederek, Pakistan’ın atom bombasını İsrail’e fırlatabileceği tehdit ve tehlikesini görerek önce Pakistan’a müdahale ettiği görülmektedir. ABD ve İsrail ikilisi İran’a saldırırken, İran ve Pakistan arasında kurulacak bir İslâm dayanışması çerçevesinde Pakistan’ın elindeki atom bombasının İsrail’in üzerine atılabileceği varsayımı, ABD yönetiminin uykularını kaçırmış ve bu doğrultuda Pakistan’a müdahale edilmiştir. İran için bir saldırı planlanırken, Irak ve Afganistan üzerinden sürdürülen çevirme harekâtının içine Pakistan’da alınmıştır. Çin hegemonyasının altına girmemesi için Pakistan’da demokrasiye izin vermeyen ABD, bir askerî diktatörlük ile bu ülkeyi kontrol altında tutmaya çalışırken, İsrail’in ABD politikaları üzerindeki etkisinden fazlasıyla rahatsız olan İngiltere’nin de bu ülkenin kurucusu olarak yeniden eskisi gibi devreye girdiği görülmektedir.

Pakistan’daki İngiliz ekolünün temsilcisi olan Buttoların temsilcisi olarak Benazir Butto’nun yıllar sonra yeniden Pakistan’a dönmesi önemli gelişmelere neden olmuş ve bu ülkeyi tam bir karışıklığa götürmüştür. İsrail için Ortadoğu’ya gelen ABD, bu ülkenin güvenliği çerçevesindeki en büyük Arap tehdidi olan Irak devletini ortadan kaldırdıktan sonra, ikinci aşamada en büyük İslâm tehdidi olan İran devletini de ortadan kaldırmayı hedeflemiş ve bu doğrultuda bölge ülkelerinin üzerindeki baskılarını artırmıştır. İran savaşı öncesinde Pakistan’ın elindeki atom silâhını kontrol altına almak isteyen ABD, Çin etkisine ve İngiliz inisiyatifine karşılık bu ülkeye asker sokmanın hazırlığı içindedir. Askerî müdahale durduk yerde olamayacağı için, böylesine bir askerî işgale giden yolda, İran savaşı öncesinde, Pakistan’ın karıştırılmasına öncelik verilmiştir. Müşerref’in askerî diktatörlükten cumhurbaşkanlığına getirilmesiyle Çin’in önü kesilmek istenmiş ama İngiliz ekolünün temsilcisi olan Benazir Butto’nun bu ülkeye dönerek başbakan olmasına izin verilmemiştir. Böylesine bir komplo senaryosunda Butto’nun dönüşü önce desteklenmiş ve daha sonra da bir katliam düzenlenerek, İslâm dünyasının ilk kadın başbakanının tıpkı babası gibi öldürülmesi sağlanmıştır. Pakistan’ın kurucusu İngiliz ekolüne yakın olan baba-kız Buttoların Pakistan yönetiminden uzaklaştırılmalarıyla, bu ülkede ABD etkisi artırılmış ve bundan da İsrail’in çıkarları için yararlanılmıştır.

Benazir Butto’nun öldürülmesi olayında ABD üzerinden yürütülen İngiltere ve İsrail rekabetinin önemli ölçüde payı bulunmaktadır. İngiltere dünya devletinin eski bir korucusu olarak Çin-Hindistan ve Rusya dengelerinde daha dikkatli ve barışçı bir politikayı gündeme getirirken, İsrail’in hegemonyası altındaki Amerika Birleşik Devletleri de, İran’ı yok etme doğrultusunda, Pakistan’da karışıklık çıkmasını istemiş ve bu sürecin sonucunda, tıpkı Irak ve Afganistan’da olduğu gibi Amerikan ordusunun Pakistan’ı işgal ederek, ilk Müslüman atom bombasının kontrolünü Müslümanların elinden almayı hedeflemiştir. Babası gibi bir komplo ile ortadan kaldırılan Benazir Butto’nun dönüşü bir kaos senaryosuna dönüştürülmüş ve Butto’nun ülkesine dönüşü ile başlayan olaylar hızla artarak devam etmiş ve en sonunda bölge barışının umudu olan Benazir Butto’nun öldürülmesi sağlanmıştır. Seçimlerde Butto’nun kazanması ihtimali artınca, cinayete giden yol Atlantik emperyalizmi tarafından hazırlanmıştır. Seçimlere giderek diğer aday olan Navaz Şerif’in Amerika’ya yakın olması ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni kabul ederek İsrail’in istediği ılımlı İslâm politikalarını uygulayacağını söylemesi de, İngiltere’ye yakın olan ve Avrupa tipi bir laiklikten yana olan Benazir Butto’nun ortadan kaldırılmasının nedenlerini açıkça göstermektedir. Pakistan’da Amerika Birleşik Devletleri üzerinden bir İngiliz-İsrail çekişmesi yaşanmış ve Butto’nun öldürülmesi ile İsrail bir adım öne geçmiştir. İslâm coğrafyasının eski patronu İngiltere, Hindistan’ın yanı başındaki Müslüman ülke olarak Pakistan için daha laik bir gelecek düşünürken, bir din devleti olan İsrail, ABD üzerinden bütün İslâm coğrafyasını kontrol atına alabilmek üzere ılımlı İslâmı benimseyecek ve Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda uygulayacak Navaz Şerif gibi önderlerin Pakistan devletinin başına geçmesini istemektedir.

Pakistan, Hindu-Müslüman çatışmasına çözüm için İngiltere tarafından kurulan bir devlet olarak gündeme gelmiş, Asya dengelerinde ve Çin ile Hindistan rekabeti yüzünden nükleer güç konumuna yükselmiştir. Bugün ise, yeşil kuşağın eski bir üyesi olan ülke olarak bütünüyle Büyük Ortadoğu Projesinin hedef alanı içerisindedir. Bu doğrultuda ılımlı İslâm politikaları ile yönlendirilmek istenmekte, emperyalist saldırıya karşı bir İslâm birliği içinde yer alması ya da İran ile dayanışmaya kalkışmaması için de ABD ordusu tarafından işgali planlanmaktadır. Bölgenin eski egemen gücü olan İngiltere bu aşamada devreye girerken ABD üzerinden Büyük Ortadoğu ve ılımlı İslâm politikalarını yönlendiren İsrail’in yeniden bir İngiliz hegemonyasına izin vermeyeceği Benazir Butto’nun öldürülmesi ile anlaşılmaktadır. Avrupa Birliği’nin geride kaldığı yeni dönemde İngiltere eski bir dünya gücü olarak eski sömürgelerinde yeniden devreye girerken, Amerikan emperyalizminin çok uluslu şirketlerin ve de İsrail lobilerinin yönlendirmesiyle bütün dünyayı savaş alanına dönüştürmesine karşı çıkacağı anlaşılmaktadır. Pakistan’da son dönemde yaşananlar bu durumun çok açık bir göstergesi olarak açıklanabilir.

Hint Müslümanları için bir temiz ülke oluşturma ideali ile kurulmuş olan Pakistan devletinin emperyal güçler arasındaki çekişmelere sahne olması ve bu doğrultuda sürekli kaos ve karışıklık olaylarına mahkûm edilmesi, Pakistan’ı tam anlamıyla bir kirli işler ülkesi olarak Kirlistan’a çevirmiştir. Çok kritik bir jeopolitik konuma sahip bulunan bu ülkenin yeniden temiz bir ülkeye dönüşebilmesi için bütün İslâm ülkelerinin ve komşularının bu ülkeye yardımcı olmaları gerekmektedir. Türkiye’nin her koşulda en büyük destekçisi ve yardımcısı olan Pakistan’a bu kritik dönemde daha yakın olması ve her türlü emperyalist baskıdan bu dost ülkenin kurtulabilmesi için elinden gelen yardım ve desteği vermesi gerekmektedir. İslâm dünyasında ABD üzerinden yürütülen İngiltere ve İsrail çekişmesine karşı, bölge ülkeleri bir araya gelerek dayanışma içinde hareket etmelidir. Pakistan’da her türlü kirli emperyal oyun bozulmalı, bu ülke örnek bir İslâm demokrasisi olmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder