1 Haziran 2018 Cuma

MÜDAFA-İ HUKUK’TAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE’YE "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" Araştırmacı, Hukukçu, Akademisyen, Yazar: Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN Web Sitesi,


MÜDAFA-İ HUKUK’TAN ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE’YE

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

Türkiye Cumhuriyeti bir ulusal kurtuluş savaşı verilerek kurulmuş, bağımsız bir devlettir. Yirminci Yüzyılın başlarında imparatorluklar çökerken, batının önde gelen emperyalist ülkeleri bu imparatorlukların egemenliği altında bulunan ülkelere saldırıya geçmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın doğusunda yer alan üç büyük imparatorluk; Osmanlı imparatorluğu, Rus Çarlığı ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu çöküşe geçerken, okyanuslara egemen olarak bütün dünyaya yayılan batı emperyalizmi de bu durumdan yararlanarak, doğu imparatorluklarının alanına giriyor ve bu bölgelerde yeni koloniler oluşturarak, sahip oldukları sömürge imparatorluklarını genişletmenin yollarını arıyorlardı. Bu aşamada Rusya ve Avusturya ile beraber Osmanlı toprakları da, Batı Avrupa’nın emperyalist güçlerinin ana hedefi haline geliyordu. Birinci Dünya Savaşı biter bitmez hemen, İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri Anadolu toprakları üzerine çıkıyorlar ve kendilerine bağlı bir hegemonya alanı yaratmanın çabası içine giriyorlardı. İmparatorluğun çöküşü ile beraber, devletin ana ülkesi olan Anadolu topraklarındaki Türk varlığına son verme mücadelesi, emperyalistlerin ordularını Türkiye’ye gönderiyordu. Böylesine bir yok edici saldırıyı desteklemek üzere Osmanlı’nın gayrimüslim unsurları olan Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler de içerden Türkleri yok etme saldırısına yardımcı oluyorlar ve mandacı bir çizgide örgütleniyorlardı. Osmanlı aydınları içinde yer alan gayrimüslim unsurların emperyalizmle işbirliği içinde hareket etmesi, ülkedeki dağılmayı hızlandırıyor ve kurtuluş için umutları yok ediyordu.

Dünyanın büyük devlerinin Anadolu’ya saldırıya geçtiği bu aşamada, imparatorluk nüfusunun önde gelen çoğunluk unsuru olan Türkler teslim olmuyorlar ve dağa çıkarak işgalci güçlere karşı direnişe geçiyorlardı. Eli silah tutan Türkler ve gençler milis birlikleri kurarak oturdukları kentleri savunmağa geçiyorlar, ülkede ilerleyen düşman birliklerine karşı pusular kurarak onların önüne geçiyorlardı. Sevr Antlaşması ile her şeyin bittiği, imparatorluk hükümetinin teslim olduğu, ülkede var olan bütün kamu düzeni ve kaynakları yabancılara teslim ettiği o aşamada, halk bu duruma isyan ediyordu. Damat Ferit hükümetinin teslimiyetçiliği ve İstanbul yönetiminin bitişi ile Anadolu’da bir devletsizlik dönemi başlıyordu. O dönemin koşullarında Osmanlı devletinden kalan kamu örgütlenmesi başsız kalınca ve düşman birlikleri ülkenin çeşitli bölgelerine ilerledikçe halk kendi başının çaresine bakmak zorunda kalıyordu. Bir yandan milis güçleri ile harekete geçilirken, diğer yandan da eskiden kalan kamu kurumları yerel yönetimlere dönüştürülüyor ve Osmanlı ordusundan kalan askeri birliklerle Anadolu bölgelerinde ulusal savunmaya geçiliyordu. O zamanın adı ile MÜDAFA-İ HUKUK HAREKETİ, hükümetin teslim olduğu ve devletin bittiği bir aşamada kendi içinden bir ulusal direniş inisiyatifini MÜDAFA-İ HUKUK HAREKETİ olarak çıkarıyordu. Her şeyin bittiği bir aşamada, Anadolu halkı var olabilmek ve kendi ülkesinde yaşayabilmek için teslim olmuyor ve bu harekete katılarak, emperyalist düşmana karşı kendi insanıyla bileşerek var gücüyle karşı koyuyordu. Her şeyin bittiği bir aşamada MÜDAFA-İ HUKUK son çare idi. Bunu iyi bilen Anadolu insanı, hiç kimseden ya da dışarıdan yardım beklemeden, bin yıldır yaşadığı topraklarda kendi geleceğini kurtarabilmek üzere harekete geçiyor ve bunu ulusal bir harekete dönüştürerek bütün yurtta MÜDAFA-İ HUKUK CEMİYETLERİ’ni kuruyordu.

Dünya tarihine geçen en büyük ulusal kurtuluş savaşı olarak, anadolu’daki Türk direnişi ele alınırsa, MÜDAFA-İ HUKUK HAREKETİ, batı emperyalizmine karşı yürütülmüş olan ilk ulusal direniş eylemlidir. Kozmopolit bir imparatorluk yapısından ulusal bir direnişin ortaya çıkması dünya tarihinde ilk kez gerçekleşmiştir. Batının önde gelen ulus devletlerinde uluslaşma olgusu, birkaç yüzyıllık süreç içerisinde ortak Pazar ve yaşam düzeni sonrasında belirginlik kazanırken, Türkiye’de bunun dışında bir örnek ortaya çıkmış ve Türk ulusu Anadolu’da savaş sırasında tarih sahnesine çıkmıştır. Daha önceki yüzyıllarda, Orta Asya’nın çeşitli bölgelerinden Ön Asya’ya gelerek Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde yaşayan Türk unsuru, imparatorluğun gerilemesi ve küçülmesiyle yoğun bir göç dalgası yaşamış ve kenar ülkelerdeki Türk asıllı Osmanlı vatandaşları Anadolu’ya gelerek bu bölgede birleşmişler ve kendilerini yok etmek isteyen batılı emperyalistlere karşı el birliği ile mücadele ederek varlıklarını korumuşlardır. Türk kökenli ya da Türklerle zaman içinde akrabalık kuran kavimler ve boylar, imparatorluğun geri kalan ana ülkesinde bir araya gelince ortak düşmana karşı birleşerek mücadele etmişler ve ortak bir yaşam için verilen kurtuluş savaşı, bu topluluğu kısa zaman içinde uluslaştırmıştır. Bu nedenle Müdafa-i Hukuk hareketi daha sonraları bir KUVAYI MİLLİYE MÜCADELESİ’ne dönüşmüştür. Ülkenin her köşesinde oluşturulan Müdafa-i Hukuk dernekleri zaman içinde birleşerek, Misak-ı Milli ile ilan edilin ulusal sınırların korunmasına yönelince Müdafa-i Hukuk hareketi Kuvayı Milliye’ye dönüşmüştür. Kendi hukukunu korumak için direnme daha sonraları, milli sınırları korumak için savaşmaya dönüşmüştür. İlan edilen sınırlar ulusal olunca kendini korumak hareketi de ikinci aşamada ulusal kurtuluş savaşına dönüşmüştür.

Müdafa-i Hukuk hareketi ile emperyalizme karşı çıkan, sahip olduğu hak ve özgürlükleri koruyan, kendi ülkesindeki yabancı işgali ile savaşan Türk Milleti, tarih sahnesine modern anlamda bir ulus olarak savaş süreci içinde çıkmıştır. Batı ülkelerinde uluslaşma süreci birkaç yüzyıl içinde tamamlanırken, Türkiye’de bu süreç birkaç yılda tamamlanmıştır; çünkü bir var olma savaşı verilmiştir. Böylesine bir ölüm kalım savaşı, misakı milli sınırları içinde yaşayan insan topluluklarını dış tehlikeye karşı birleştirmiş ve beraberce verilen antiemperyalist savaş içinde uluslaşma süreci çok kısa bir zamanda tamamlanmıştır. Daha ulusal kurtuluş savaşının başında yola çıkarken Amasya Tamimi ile Atatürk vatanın işgal altında olduğunu ama Türk ulusunun azim ve kararlılıkla bu duruma son vereceğini bütün dünyaya ilan etmiş ve böylece müdafa-i hukuk hareketinin içeriği ile hedeflerini belirlemiştir. Türklerin tarih sahnesinden silinmesi, yeniden Orta Asya’ya gönderilmeleri gibi projelerle, dünyanın merkezi coğrafyasına saldıran Batı emperyalizmine karşı Türk ulusu dünyanın merkezinde direnmiş ve ulusal varlığını koruyarak bağımsız devlet kurma şansını elde etmiştir. Ulusal kurtuluş savaşını kazanan Türk ulusu, yirminci yüzyılın ilk yarısında kendi ulus devletini ve çağdaş Cumhuriyet rejimini kurarak atalarından miras kalan Anadolu’da sahip olduğu bütün hak ve özgürlüklerini korumuş, bağımsız devlet olarak yirmi birinci yüzyıla kadar siyasal varlığını devam ettirmiştir.

Türkler, dünyanın tam ortasındaki bu merkezi bölgede atalarından miras kalan hak ve özgürlüklerini korumak için bir ulusal kurtuluş savaşı ile beraber hukukun savunmasını da yapmışlardır. Savaş meydanında alınan zaferler daha sonraki aşamada, diplomasi platformunda ve uluslar arası alanda da sürdürülen savunma girişimleri ile tamamlanmıştır. Böylece Lozan ve Montrö Antlaşmalarında, Türklerin ulusal hak ve özgürlükleri bütün dünya ülkelerine uluslar arası hukuka uygun olarak kabul ettirilmiştir. Müdafaa-i Hukuk, ulusal kurtuluş savaşıyla başlamıştır ama daha bitmemiştir; çünkü bu savaş sonrasındaki kazanımların korunması ve bunların geleceğe dönük olarak güvence altına alınması da gündemdedir. Atatürk’ün Cumhuriyeti ilanıyla, Türkiye Cumhuriyeti çağdaş bir devlet olarak hukuka uygun hareket etmiş Müdafaa-i Hukuk’tan kaynaklanan koruyucu tutumla, kazanılan haklardan geri adım atılmaması için, Müdafaa-i Hukuk savaşımını, dış dünyaya karşı devam ettirmiştir. Türkiye günümüze kadar, bölünüp parçalanmadan ve Lozan’dan elde ettiği haklardan hiçbir şekilde ödün vermeden böylesine bir hukuk savaşımı ile gelebilmiştir. Müdafaa-i Hukuk, Türk Ulusu’nun ve devletinin hem ortaya çıkmasını hem de günümüze kadar korunmasını sağlayan bir mücadelenin adı olmuştur.

Müdafaa-i Hukuk hareketinin öncüsü ve önderi Mustafa kemal Atatürk olduğu içindir ki, bu ulusal kurtuluş eylemi bir anlamda Atatürk ile bütünleşmiştir. Atatürk bir ulusun önderi ve o ulusun devletinin kurucusu olarak zaman zaman düşüncelerini dile getirmiş ve aynı zamanda Türklere düşünce ve kanaat önderliği de yapmıştır. Atatürk’ün düşünce ve planları sayesinde Müdafaa-i Hukuk hareketi başarıya ulaşmıştır. Yine onun düşünce ve politikası ile Türklerin hak ve ulusal çıkarları yirminci yüzyıl boyunca korunabilmiştir. Bu çerçevede Müdafaa-i Hukuk hareketinin içerik ve hedeflerinin Atatürk’ün düşünceleri ile belirlendiği söylenebilir. O dönemin koşullarında olmayacak bir işi başaran Atatürk geniş kültürü ile o dönemde gereksinme duyulan ulusal önderlik misyonunu yerine getirmiştir. Bugün Türk ulusunun sahip çıktığı Atatürkçü düşünce, büyük önderin ulusal kurtuluş savaşı mücadelesi döneminde ortaya koyduğu ve savunduğu düşüncelerden kaynaklanmıştır. Atatürk Türk ulusuna tarihin en zor zamanında önderlik yaparken hem o aşamada yol göstermiş hem de geleceğe dönük olarak Türk ulusunun ulusal varlığını belirleyecek düşünceler öne sürmüştür.

Yirminci yüzyılın başlarında tarih sahnesine çıkan Atatürk önderliği bugün de Türk ulusuna yön gösteriyorsa, yeni yüzyılın başında ciddi bir durum değerlendirmesi yapılması gerekmektedir. Günümüz koşullarında Atatürk’ün düşünceleri geçerliliğini koruyorsa o zaman bu durumun Türk ulusu ve Türk devletinin günümüzdeki yöneticileri tarafından anlaşılması gerekmektedir. Atatürk’ün söylev ve demeçleri ile el yazılarında öne sürmüş olduğu fikirle, aradan geçen uzun bir süreye rağmen Türk ulusuna yol gösteriyorsa, bunun arkasında yatan nedenlerin araştırılması gerekmektedir. Demek ki, Atatürk bir yüzyıl sonrasını görebiliyormuş ve yüz yıl içinde eskimeyecek düşünceler öne sürebiliyormuş. Bu durumun saptanması ile, Atatürk’ün düşüncelerine artık daha farklı bakılması gerekmektedir. Yirmi birinci yüzyılın başlarında dünya düzeni yeniden kurulurken, Atatürk yine Türk ulusuna yön göstermektedir. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasından sonra bu bölgede yeni devlet modellerini devreye sokmak isteyen emperyalist güçler, şu an da yeniden devreye girerek eski plan ve projelerini uygulamak istemektedirler. Osmanlı’yı bölerek ortadan kaldıran benzeri bir modeli Türkiye’ye de Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmeye kalkışmaktadırlar. Türk ulusu tarihten ders alırsa bu planlarını gerçekleştiremezler; ama ders almamakta direnirse ye de ders alması engellenirse bu kez ikinci bir dağıtım operasyonu Türkiye Cumhuriyeti üzerinde uygulanacaktır. Osmanlı’yı dağıtanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu önleyememişlerdir; ama hiçbir zaman da gerektiği gibi kabul etmemişlerdir.

Atatürk sayesinde özgürlüğünü ve bağımsızlığını kazanan Türk ulusu ulusal devletinin kurucusunun yolundan giderek bugünlere gelebilmiştir. Şimdi yeni bir dönemin başlarında; batı emperyalizmi Türkiye’yi Atatürk’ün yolundan ve düşüncelerinden uzaklaştırmak istemektedir. AB sürekli Atatürk ve Kemalizm üzerine olumsuz raporlar yayınlamakta, AB yöneticileri ise Türklere Atatürk’ün çizgisinden uzaklaşma telkinleri vermektedir. Yaşlı adamın resimlerinin devlet dairesinden indirilmesinden başlayarak, Atatürk ilke ve devrimlerinin anayasa ve yasa korumasından çıkarılmasına kadar birçok öneri Avrupalı dostlarımız tarafından gündemde tutulmaktadır. Atatürk’ün devlet modelini karşılarına alanlar, kendi devlet modellerini bu bölgede uygulamak için Türkiye Cumhuriyeti’ne baskı yapmaktadırlar. AB’nin kabul ettirmeye çalıştığı uyum paketleri aslında Türk devletini Atatürk modelinden uzaklaştırmayı ve Avrupa’nın istediği modele dönüştürmeyi hedeflemektedir. AB, Türkiye’yi bugünkü Atatürk modeli ile içine almazken, kendi istediği yapıya dönüştürme hakkını kendinde görmekte ve bu doğrultuda uyum paketleri Türkiye’ye dayatılmaktadır. Böylesine bir çıkmaza sürüklenene Türkiye Cumhuriyeti AB baskısı altında bunalmakta, Avrupa’ya karşı çıkamadıkları doğrultuda Atatürkçülükten uzaklaşmaktadır. Atatürkçü düşünce bugün böylesine bir çıkmazla tasfiye edilmekte Türk ulusu genç kuşaklarının, ulusumuzun kurucu önderi yolundan gitmesi önlenmektedir.

Atatürkçü Düşünce tıpkı Müdafaa-i Hukuk hareketi gibi Türkiye’yi var eden düşüncedir. Müdafaa-i Hukuk bir hareket ve eylem olarak Türk ulusunu tarih sahnesine çıkarmış, Atatürkçü Düşünce de bu varlığı daha sonraki dönemlerde hem geliştirmiş hem de korumuştur. Müdafaa-i Hukuk eylemi ile Atatürkçü Düşünce sistemi arasındaki bağ, tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkmıştır. Müdafaa-i Hukuk hareketinin ortaya çıkardığı ulusal varlığı sonraki aşamada biçimlendiren Atatürkçü Düşünce olmuştur. Atatürkçü Düşünce, bu nedenle herhangi bir düşünce sistemi değil, Türkleri tarih sahnesine çıkaran bir düşüncedir. Bu açıdan Atatürk’ün eseri olan Cumhuriyet ve devletin temelinde Atatürkçü Düşüncenin yattığı söylenebilir. Belirli bir düşünce yapısı ile hareket eden Atatürk birikimi ile kurucu önderlik misyonunu yerine getirebilmiştir. Atatürkçü Düşünce günümüzde Türk ulusunun tarihten gelen kökleri ve geleneksel yapısı ile dünyaya bakmasını sağlamakta, bu sayede Türkler kimlik bunalımına sürüklenmeden değişimi kavrayarak uyum sağlamaya çalışmaktadırlar.

Yirminci yüzyılın başında Türk ulusu ve Türk varlığı emperyalizm tarafından yok edilmek istendiği bir aşamada nasıl Müdafaa-i Hukuk hareketi ortaya çıktıysa, yirmi birinci yüzyılın başlarında artık küresel hegemonyaya soyunmuş olan batı emperyalizmine karşı da Atatürkçü Düşünce gündeme gelmiştir. Yüzyıl önce topla ve tüfekle bir ulusal kurtuluş savaşı ve direniş örgütlenirken aradan bir yüz yıla yakın zaman geçtikten sonra da bu kez kalemle, bilgisayarla, yazıyla,sözle ve direniş tutumu ile, Müdafaa-i Hukuk hareketine benzer bir biçimde Atatürkçü Düşünce ortaya çıkmaktadır. Değişen bir yüzyıl ve kullanılan silahlar vardır; ama çizgi aynıdır. O zaman batıya karşı direnerek Türk ulusu nasıl tarih sahnesine çıktıysa bugün de aynı Türk ulusu Müdafaa-i Hukuk hareketinin önderinin yolundan giderek, onun fikirlerini savunarak kendini korumakta ve devletinin kurucusunun yolundan gitmektedir. Artık topla tüfekle savunma dönemi geride kalmış, düşünce ve direniş ile savunma dönemi gündeme gelmiştir. Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler ve sonraki Cumhuriyet kuşakları Atalarının izinden giderek O’nun eserine sahip çıkmakta ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatabilmenin kavgasını yapmaktadırlar.

Soğuk savaşın son yıllarında Türkiye bir askeri ara rejime sürüklenmiştir. Bu dönemde, bütün siyasal partiler ve dernekler ve vakıflar kapatılırken, Cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi de kapatılmıştır. O dönemin resmi kişileri devleti kuran atatürk’ün partisinin tarihi misyonunu tamamlamadığını ileri sürmüşler, Atatürk’ün izinden giden Atatürkçüleri ortadan kaldırmışlardır. Partileri kapatılan, dernek ya da vakıflarda örgütlenmelerine izin verilmeyen Cumhuriyetin Atatürkçü kuşakları, bir NATO harekatı olarak gündeme gelen o dönemin askeri rejim koşullarında yılmamışlar, Atatürk’ün ilkelerine ve Cumhuriyet rejimine sahip çıkmak için yoğun çaba göstermişlerdir. Değişen dünya koşullarında emperyalizm yoluna devam ederek dünyanın merkezini işgal ederken, sosyalist sistem dağılmış ve iki kutuplu denge düzeni bozulunca, Atlantik emperyalizmi Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine iyice çullanma şansını elde etmiştir. İngiltere’nin birinci dünya savaşı sırasında yapamadıklarını, gene bir Atlantik emperyalisti olan ABD yapabilmek için yola çıkmış ve Orta Doğu’nun merkezi ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni içerden ele geçirme yolunda epeyce mesafe kat etmiştir. Müdafaa-i Hukuk hareketinin uzantısı olarak varlığını koruyan Atatürkçüler de büyük önderin mirasına sahip çıkabilmek için Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmuşlardır. Yirminci yüzyıl biterken, emperyalizmin baskılarına direnen Müdafaa-i Hukukçular yeniden örgütlenerek Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin uzantısı olarak Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurmuşlardır.

Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye Cumhuriyeti’nin tanınmış elli bilim ve düşünce adamı tarafından kurulmuştur. Soğuk savaşın bittiği aşamada ve küreselleşme başlangıcında, Atatürkçü Düşünce Derneği çalışmalarına başlamıştır. Batı kapitalist sistemi emperyal bir dünya düzenine yönelirken, önce SSCB’yi dağıtmış, sonra da sosyalist sistemi devre dışı bırakmıştır. Küreselleşme saldırısıyla beraber, ulus devletleri karşısına alan küresel emperyalizm, ulus devletlerin tasfiyesi için yoğun politik baskı uygulamıştır. AB süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin dönüştürülmesi için kullanılmış, Atlantik emperyalizminin temsilcisi olan ABD, BOP ile Türkiye Cumhuriyeti’ni üs olarak savaşa sürüklemek istemiştir. ABD’yi yönlendiren Siyonist lobiler de Büyük İsrail Projesi şemsiyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi çıkarları doğrultusunda Orta Doğu ülkelerine karşı kullanabilmenin çatısı içinde olmuşlardır. Har üç proje de Atatürk’ün en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermiş, tıpkı Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi yarı sömürge durumuna sürüklemiştir. İşte Türk halkının bu duruma isyanı,Atatürkçülerin önderliğinde Atatürkçü Düşünce Derneği çatısı altında bir araya gelmeye başlamıştır.Yirmi birinci yüzyıla girerken, Atatürkçü Düşünce Derneği altı yüze yaklaşan şube sayısı, iki yüz bin üyelik potansiyeli ile Türkiye’nin en büyük demokratik kitle örgütü haline gelmiştir.

Batının emperyalist merkezlerinin Türkiye’nin sosyal ve siyasal yaşamından silmek istedikleri Atatürkçü Düşünce’nin Türkiye’nin yeni Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi düzeyine gelmesi karşısında tavır değiştirerek Atatürkçüleri yakın takibe almışlar ve ADD’nin kongrelerinde dış destekli listeler hazırlayarak bu örgütün yönetimini ele geçirmek istemişlerdir. Atatürk’ün partisini kapatarak Atatürkçü kadroları tasfiye ederek Atatürk geleneğini temsil eden siyasetçileri dışlayarak,kendi düzenlerinin kurulmasına yönelik yetiştirdikleri kadroları Türk siyasetinde öne çıkararak ve onları kullanarak Türkiye’yi Atatürk çizgisinden uzaklaştırmak isteyen emperyalist güçler karşılarına kocaman bir Atatürkçü Düşünce Derneği’nin tıpkı Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi gibi çıkmasıyla hızla tutum değiştirmişlerdir. AB, Atatürkçü kuruluşlar hakkında rapor hazırlatarak Atatürkçüleri gözetim altına alırken, ABD daha aktif davranarak ADD yönetimini pasif bir çizgiye çekebilecek kadroların ADD başına gelebilmesi için dernek içinde yeni örgütlenmelere kalkışmıştır.

Özgürlük ve bağımsızlığı karakteri ilan eden Atatürk ,bu tutumu kendisini izleyen Atatürkçülere bir siyasal miras olarak bırakmıştır. Atlantik emperyalizminin baskıları altında ezilen Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürkçülerinin Atlantik-Avrupa emperyalizmine karşı tutumu Atatürkçü Düşünce Derneği çatısı altında gerçekleşmiştir. Türk toplumu batı emperyalist merkezleri tarafından finanse edilen, devlet ve millet düşmanlığı yapan sivil toplum kuruluşlarınca esir alınmağa çalışılırken, Atatürkçü Düşünce Derneği bir demokratik kitle kuruluşu olarak emperyalizmin Truva atı olan sivil toplumculuğa karşı çıkıyor, uygulanmaya çalışılan mandacılıkla mücadele ediyordu. ADD Türkiye’deki bütün bu durumuna karşı vatansever çizgide antiemperyalist bir cephede buluşabilmeleri için yoğun mücadele vermiştir. Her türlü engele rağmen, ADD Türkiye’nin Edirne’den Ardahan’a her bölgesinde örgütlenmiştir. Tıpkı Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi gibi bütün yurdu ulusal bir ağ ile kaplamış ve yeni bir antiemperyalist mücadeleyi Atatürkçü Düşünce Derneği kendi çatısı altında başlatmıştır.

Medya kanalları ile Türk insanının beyni yıkanırken, her türlü zihin yönlendirme ve dezinformasyonla Türk ulusu teslim alınmaya çalışılırken, Atatürkçü Düşünce Derneği bütün yurt sathında karşı örgütlenme gerçekleştirmiştir. Sermaye güdümündeki kanallar, mandacı ve taşeron bilim adamları ve yazarları sürekli gündemde tutarken belirli merkezlerce hazırlanan kara listelerle Atatürkçüleri medyanın dışında tutmaya çalışmışlar, Türkiye’nin önde gelen Atatürkçü bilim adamı ve yazarlarına açıkça ambargo uygulamışlardır. Bundan yılmayan Atatürkçüler, ADD şubelerini teker teker dolaşarak halkın ayağına gitmişler ve Müdafaa-i Hukuk hareketini yeniden başlatmışlardır. Türk halkı ve kamuoyunun yakından bildiği bu gerçeği emperyalizm ve işbirlikçilerinin de bilmesi ve anlaması gerekmektedir. Türk ulusu teslim olmamıştır, yurt sathında ADD şubeleri yeni ulusal direnişin kaleleri olarak bütün Türkiye Cumhuriyeti’ni antiemperyalist bir cephede bir araya getirecektir. Yeniden Müdafaa-i Hukuk hareketinin bu ulusal örgütüne bütün Türk vatandaşlarının sahip çıkması gerekmektedir. Siyasal partilerin dışarıdan yönlendirildiği bu aşamada, ulusal hareket ADD çatısı altında yeni bir Müdafaa-i Hukuk eylemini sürdürecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder